Kasabalılığımızda boğulan kültürümüz
Kültür; TDK Sözlüğünde “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü; hars, ekin” şeklinde açıklanıyor.
Medeniyet ise kültürlerin damıtılmasından oluşan daha büyük bir terkip.
Kültür ile medeniyet ilişkisini öğrencilerime anlatırken medeniyeti aşureye benzetirken kültürü ise aşureyi oluşturan 12 benzemez olarak açıklardım. Aşurenin içindekileri sayarken birbiri ile ilintisiz gibi duran malzemelerden ortaya çıkacak lezzeti tahmin etmek sanırım çok da kolay değil.
Bugün Batı Medeniyeti dediğimizde akla ilk olarak Eski Yunan, Roma ve Hristiyanlık gelse de Eski Mısır’dan İslam Medeniyetine kadar birçok değer var içinde. İslam denince de ilk akla Arap, Fars ve Türk kültürü geliyor ama bundan daha fazlası olduğu ise bir gerçek. İçine Bizans, Hint, Afrika ve daha pek çok şeyi ekleyebiliriz.
Kültür-ekin aslında toprak ve tarımla ilgili bir kavram, toprağı ekmekten geliyor. Kültür’ü insanla ilişkilendiren ilk isim antropolog Edward P. Taylor olmuş. 1871’de Primitive Culture adlı eserinin ilk paragrafında: “Kültür ya da geniş etnografik anlamıyla uygarlık; bilgileri, inançları, sanatı, ahlakı, hukuku, gelenek-görenekleri ve insanın, toplumun bir üyesi olarak edindiği diğer bütün yetenekleri ve alışkanlıkları içeren karmaşık bir bütündür.” diyor.
Kültür kelimesi kökeninden mülhem olsa gerek zamanla hemen her disiplinin dikkatini çekmiş ve yüzlerce tanım ortaya çıkmıştır. Sosyal bilimlerde kültür toplum yerine de kullanılıyor; Helen Thomas “bir sosyal grubun üyesi olunduğu zaman yaşanılan sembolik dünyayı tanımlayan bir kavramdır” diyor.
Türkiye maalesef bugün, ciddi anlamda kültürel bir kriz geçiriyor. Bir medeniyet olmasa da ortak bir kültür dairesi (olumlu anlamda) yaratmak konusunda büyük sorunlarımız var. Çünkü; sürekli kutuplaşma, çatışma ve öteki üreten bir zihniyete teslim olmuş durumdayız.
Çatışma ve sorun alanlarımızı çözmek yerine, gündelik çıkar ilişkileri içinde sorunları halı altına süpürmeyi ya da bunlardan fayda sağlamayı bir maharet sayıyoruz. Son günlerde yaşanan olaylarda da bunu bir kez daha gördük. Kürt meselesinin çözümü için atılan son adımda iktidara gelebilmek için düne kadar Kürtlere şirin gözükmeye çalışan kesimler eteklerindeki taşları refleks olarak bir bir dökmeye başladı.
İmamoğlu’nun tutuklandığı bir dönemde sürecin ilerlemesini “Birileri içeride iken bu yapılır mı?” tepkisi ile karşıladılar. Halbuki, görüşmekle eleştirilen kesimden başta Demirtaş olmak üzere pek çok isim yıllardır çeşitli sebeplerle içeride ve kazanılan birçok belediyeye de kayyum atanmış. Bunlar olurken ses çıkaramayanlar “Bizi neden bugün desteklemiyorsunuz?” sorusunu sorabiliyor.
Aslında bu tavırda kültürel kodlarımızın büyük etkisi var. Benim gördüğüm Türkiye’de kültürün iki büyük dairesi var: Köylülük ve kasabalılık.
Bizde nedense köylülük denilince hemen yüzlerde bir küçümseme belirir. Göçebelikten henüz yeni köylülüğe geçmiş ve şehirleşememiş bir toplumun köylülüğü bu denli hor ve hakir görmesi de ilginç. Halbuki bizim en büyük sorunumuz köylülük değil kasabalılıktır.
Son 50-60 yılda kasabalılık genlerimize o denli kuvvetle işlemiştir ki; hayata da siyasete de kasaba eşrafı ve ekâbir takımı gibi bencilce küçük hırslarımızla bakıyoruz. Torpile, adam kayırmacılığa, iltimasa, keyfi uygulamalara ses çıkarmama sebebimiz biraz da bundan mülhem.
Köylülüğün kuralları basit ve sadedir. Sınırları nettir, yapılabilecekler ve yapılamayacakları bilmek için allame olmanıza gerek yok. Bu sınırlar zaman zaman kaba kuvvetle çizilse de herkes hakkını da hududunu da bilir.
Kasabada ise işler biraz daha karışıktır. Devlet gücünü de arkasına alan ekâbir ve eşraf takımı toplumun üstünde ayrı bir güçtür. Bu güç onların sıradan insanlara karşı hudutlarını genişletirken dokunulmazlıklarını da arttırır. Güç ilişkileri içerisinde sınırlar o kadar dengesiz çizilmiştir ki, kurnazlığın, üçkağıdın ve her türlü dalaverenin kol gezdiği bu yerde sıradan insanlar çoğu kez sadece figürandır. Dahası alt tabakanın da üsttekilerden çok da bir farkı yoktur, buralardaki gizli kapaklı yaşanan trajediler insanı dehşete düşürebilecek derecededir. (Akşam kuşaklarında her gün bu rezillikleri izleyebilirsiniz)
Kaba ama çarpıcı bir örnekle aradaki farkı açıklamak gerekirse; köyde ağa da olsanız kimsenin karısına kızına kolay kolay yan bakamazsınız. Maraba dediğiniz adam çıkar tabutunuza çiviyi çakabilir ama bu tür bir ilişkiyi kasabada göremezsiniz çünkü kasabada düzeni sağlamakla sorumlu güçler çoğu kez eşraf ve ekâbir takımının hizmetindedir ve çarpık ilişkiler herkes tarafından bilinse de çoğu kez görmezden gelinir.
Şehir ise bunların üstünde bir yer, kuralların işlediği, iyi-kötü olmanızdan bağımsız bir takım ahlaki değerlerin egemen olduğu, kimsenin kimseyi tanımak zorunda olmadığı, fert fert herkesin az-çok önemli olduğu-olabildiği bir yer, medeniyetin kendisi. Ve maalesef bizde şehir yok. Devasa kasabalarda kasaba ahlakı ile iş yürütmeye çalışan köylülükten utanan ama kasabalılığın her türlü bayağılığını taşıyan kalabalıklarız.
Öylesine bozulduk ki; cenazelerimizde düşman bile olsa ölüme hürmeten sükuneti tercih eden köylülükten birbirine nefret kusan tiplere dönüşmüş durumdayız.
Kendimize şu soruyu sorabiliriz sanırım: Bu yol bizi hayra götürür mü?















Kasabalılık konumu, ne şehirli ne köylü olan, iki taraflı, melez bir sosyal durum oluyor. Sanayi toplumunda, köylü yerine çiftçi terimi hakim oluyor. Bizde, çiftçilik konumu zayıf kaldı, birdenbire gecekondu şehirli ve kasabalı oluverdik.
Yanıtla (0) (0)'İslam medeniyeti' tanımlaması doğru değil bence. coğrafi tanımlama daha doğru olur diye düşünüyorum. batı, doğu, Ak deniz gibi. dinlerde belli bir birikimin içine doğuyorlar. kendileri bir medeniyet yaratmıyorlar yani. aynı şekilde Hıristiyan medeniyeti yanlış, Budist medeniyeti de. İslam Hicaz bölgesinde doğdu ama yeterli birikim olmadığı için başka yerlere taşındı.
Yanıtla (1) (0)Dünya medeniyeti ile çatışan sanki başka bir medeniyet varmış ve yarın gelecekmiş gibi düşünen Türkiye halkı ile, bunu politik olarak kullanan, Türkiye siyasi partileri dışında siyasi oluşum, ve buna inandırılan, nesnellikten uzak tutulmuş bir halk görmedim.
Yanıtla (1) (0)Türkiye nin sonu hayra alamet değil. Siyasi ve ticari ortam giderek kötüleşiyor. Bir kıvılcım bir gecede ülkeyi yangın yerine döndürür. Sanki istenilen de bu.
Yanıtla (1) (0)El hak götürmez azar tükeniyoruz
Yanıtla (1) (0)iyiydi.
Yanıtla (0) (0)