Rabarba
Yalnız daha kesin sonuçları açıklanmamış seçimler konusunda yok, her alanda rabarba var.
İstanbul başkanlık seçimleri ile ilgili dinlediğimiz resmî ve gayriresmî açıklamaların, rakamların ve komplo teorilerinin haddi hesabı yok.
Diyelim eğitim alanına baktınız; Orada da benzer manzara: Sistem tartışmaları, dünya başarı sıralamaları, ideolojik bagajlar, eğitim materyalleri. Herkesin eğitim hakkında bir fikri var ve acaba o fikir neden uygulanmıyor:)?
Geçiniz ilahiyat alanına.
Ooo, kaşık ulemâları mı dersiniz, kulak mollaları mı? Cennete o mu girecek şu mu, bu düşünce sahibi kâfir mi müslüman mı? Ne olursa dinden çıkar, ne olursa abdest bozulmaz? Ne kadar fütursuz üfürülüyor küllere, ne çok kafa karıştırıcı ses, ne sonsuz bir rabarba.
Keza futbol ve sağlık alanında da benzer rabarbalamalara doyulamadığını kolayca görebileceğimiz bir toplumsal bendiyorumsennedenkatılmıyorsunbirader çapaçulluğu dünya ile birlikte dönüp durmakta.
Fakat mesela pi sayısı, Harezmi’nin fikirleri, Spinoza’nın doğruları/yanlışları yahut fosil yakıtların yararı/zararı konusunda bu rabarbayı göremiyoruz.
Geleneksel medyadaki muhtelif rabarba alanları bizi kesmiyor olacak ki sosyal medyadaki başka rabarba kuyularına atlamakta bir beis görmüyoruz.
İnsanoğlunun özellikle de Türk oğlunun bütün bu rabarba alanlarına dönük ilgisinden çıkardığım sonuç şudur: İnsanoğlunun, özellikle de Türk oğlunun dayanıklılık katsayısı çok yüksek. Zehirli olanları da dâhil her tür rabarba ortamında yaşayabilmek az şey değil.
O halde İstanbul seçimleri etrafında oluşan büyük rabarba er geç izale edilecek, hayat diğer rabarbalarla kaldığı yerden sürecektir.
Çıkalım dağlara gel gönül
(…) Çocukluğumun yazları Torosların ücra, küçük bir dağ köyünde geçti. Oyun oynamak için bir adam boyu düz alan bulamadığınız, en gencinin altmışına merdiven dayadığı yaklaşık yirmi haneli bu köyde en büyük eğlencem dedemin dürbünü ile köyün karşısındaki dağları incelemekti. Dağlarla olan heyecanlı yolculuğumun ilk adımlarını o zamanlar atmış olmalıyım. Derken yıllar geçti, ulu bir dağın yamacına kurulu bir şehre yolum düştü. Ömrümün hatırı sayılır kısmında bu dağın gölgesinde yaşadım. Yani kendimi bildim bileli dağlar yâr-ı vefâdârım gibi hep yanı başımdaydı. (…)
Dağlar hem hakkındaki manevi tebşirat hem de görklü suretleri dolayısıyla metafizik anlamlandırmaya ve sembolizme oldukça müsait varlıklardır ve tüm bu saydıklarımdan mütevellit muhayyilemde hususi bir yer edinmişlerdir. Ulu ve heybetli gövdeleri ile bendeilahi azamet ve kudreti çağrıştırırlar. Rabbin aşkınlığının ve yüceliğinin simgesidir dağlar. İnsan nasıl ki cismen küçük nesnelere karşı büyüklük duygusu ile yaklaşıyorsa büyük ve yüce yapılardaki celal tecellisi karşısında da küçüklüğünü ve acziyetini idrak ediyor. Bu bakımdan yeryüzünde dağlar kadar içimi haşyetle dolduran pek az şey var. “Kesb-i kemal, seyr-i cemal iledir.” dermiş eskiler. Dağ bütün ihtişamı ve güzelliğiyle bizim dikkatimizi celbeder. Doruklarında mücessem hâle gelen aşkınlık ve yücelik, müteâl olana yaklaştıran hayret ve acziyeti bize hatırlatır, umulur ki kemale ermemize vesile olur.
Dağ ile temas kurduğum vakit beynimin çeperlerinde hep aynı kelime yankılanıyor: Emanet. Haşmetli vücutlarının taşımaktan imtina ettiği emanetin bende saklı olduğunu hatırlamak omuzlarımdan tutup silkeliyor adeta, dünyanın üstüme başıma bulaşmış tozunu kaldırıyor. Bu hatırlayışla insan olmanın kıvancını yaşıyor ve yine bununla sırtımdaki yükü taşıyamamaktan korkuyorum. Yüzüne baktığında Allah’ı hatırlatan insanlar gibidir dağlar. Dağı temaşa etmenin, dağ yürüyüşlerinin beni fıtratıma yaklaştırdığını hissederim bu yüzden.
Bir de her dağda biraz Uhud’u, biraz Tûr’u, biraz Nur’u görmeye, onları okumaya çalışırım. Benim için bütün dağlar, dağ olmak hasebiyle onların birer numunesi gibidir. Nice peygamberleri, velileri, türlü inançlara sahip sayısız bilgeyi dağlara çeken şeyin ne olduğunu, Nur’daki tefekkürü ve tezekkürü, Tûr’daki tecelliyi ve o tecelli karşısında neden parçalandığını kendi miktarımca anlamaya çalışırım. Okumayı bilene kâinat baştan başa tecellidir elbet ama öyle sanıyorum ki dağlar bu okumanın elifbasıdır. Dağı okuyabilen insan kendinde gizli hazinenin düğümlerini daha kolay çözer. Çünkü dağı paramparça eden tecelli de dağa arz edilen emanet de kendinde mevcut, gönlünde.
Belki de Neşet ustanın “Gönül Dağı” deyişi bu yüzdendir, ha ? Erengül Şahin-ÇETO 8. Sayı