Olan ve olmayan
"Olanda hayır vardır, olmayanda da.”
Bu düsturu biraz içselleştirmiş bir kültürün içinden geliyoruz. Olan ya da olmayan şeyler canımızı biraz sıksa da bu böyle.
Hayatın değişik alanlardaki değişik dikenli bölgelerinde gezinirken; dikeni ezerken de, diken ayağımıza battığında da duruyor ve düşünüyoruz. Düşünmediğimiz de oluyor elbet, o kadar düşünsek zaten düşünmekten adım atmaya fırsat bulamayız.
Dünün flaş siyasal gelişmesi üç şehre kayyım atanması idi.
Kayyım atanması elbette öncelikle seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınmasını içeriyor. Gerekçe olarak terörle ilişkilendirilen soruşturmalar öne çıkıyor.
Daha arka planda güneyde yapılacak yeni askerî harekat için bir ‘cephe gerisini sağlama alma’ retoriğine ilişkin gözlem ve değerlendirmeler var.
Devletin karar alma mekanizmalarının ‘güvenlik’ değerlendirmelerinin arkasındaki gerekçelerin tümünü bilmemiz mümkün değil.
Diğer taraftan demokratik bir seçim sonucu gelen bir yerel yönetimin, sandık dışı bir işlemle gidiyor görüntüsü yoğun tartışmaların merkezine oturmuş durumda.
Güvenlik mi, demokrasinin ilkeleri mi derseniz, demokrasi tarihi de güvenlik tarihi de dünyanın her yerinde herkese ve her kesime yetecek kadar çok uygulama ve ihlâlleri barındırıyor.
Hukuk devletinin yazılı kuralları vardır, bunlar geniş anlamda usulü oluşturur. Diğer taraftan bütün bir usuller zincirinin korumaya çalıştığı bir esas vardır ki, o da güvenlikten toplumsal barışa kadar giden bir yapısal varoluşun kodlarını içerir.
Esası, usule uygun olarak korumak! Bir hukuk devletinin bunu yapabilmesi beklenir ve gerekir. Hukukta istimin arkadan gelmesi doğru bir yaklaşım olamaz, olmamalıdır da.
Konudan bağımsız olarak ilkesel anlamda şunu söylemek mümkün: Güç, hukukla/adaletle buluşmazsa adalet ihtiyacı gücü kemirip yok eder.
Kuşkusuz ülkenin yasaları ve o yasanın arkasında olduğu varsayılan toplumsal mutabakat, yerel yönetimleri de bağlar. Yerel yönetimin sınırları ve özerkliği de hukukla mukayyet olup sınırsız değildir.
Özetle şu: Güvenlik ya da yargı bürokrasisinin işlemleri nasıl yazılı hukukla mukayyet olmak durumunda ise, yerel yönetimlerin işlem ve eylemleri de öncelikle hukuka uygun olmak zorundadır. Aksi yozlaşma ve çürümeyi getirir; taraflardan biri için kısa vadeli bir başarı zuhur etse de toplumun beklentisi Pirus zaferi değil, adalet içinde yeşeren ve boy veren huzurlulu/güvenli toplumdur.
Terörle iltisak, iletişim, aktarım tevsik edilir ve hukukî gereği yapılır. Bu ülke terörden çok çekti ve elbette terör yaklaşımlarına tahammülü yok.
Peki sandığa atılan oyların niyeti sorgulanabilir mi?
Önümüzdeki günlerde yoğun tartışmalar yaşanacak. Hayra tebdil ola.
Not: Haluk Dursun hoca vefat etti. Allah’tan rahmet dilerim.
Bakış sorunu
(…) “Muhtemelen haklısınız ama benim anlayışımda hepsi bakış sorunu. Her şey gözlerin nereye yöneldiğine bağlı. Tamam, “neyin işareti” diye soruyorsunuz bana. İşte, göçmen işçiler yalnızca bir noktada Bokassa: Fransa, onları kullandıktan sonra , kimi zaman iyice yıprattıktan sonra fırlatıp atıyor.
Fransızların yabancılar karşısındaki üstünlük duygusu (yabancı düşmanlığı değil, ırkçılık olduğunu belirteyim) bir çok farklı günah keçisi seçti: 1890-1910 arası bunlar Yahudilerdi; 1930 yılında, kirpi gibi saçlı ve çekik gözlü olan herkes, hiç ayrımsız bütün Asyalılar; sonra , ve aşağı yukarı aynı zamanda, ama özellikle Dien Bien Phu’dan sonra, egemene karşı isyan ettikleri ölçüde bütün Arap dünyası. Fransızlar Filistin direnişini yok saymakla işe başladılar. Bu direniş Fransa’ya aniden, yani 1968’de geldi. Mülteci adı altında hepsi birbirine katılıyordu. Bu halkın nereden geldiğini kimse söylemiyordu, İsrailliler tarafından kendi topraklarından kovulduğunu kimse söylemiyordu. Yalnızca mülteci oldukları sanılan, ama basbayağı devrimci olanlara dair hakikati Sorbonne’de ortaya çıkartanın, Mayıs 1968’in grupçuk denen grupları olduğu söylenebilir.” (…) Tahar Ben Jelloun -Jean Genet’le söyleşisinden- Jean Genet: Yüce Yalancı- Çev. Işık Ergüden- Sel Yayıncılık
Damlacık
Bir damla inmiş gökyüzünden.
Bazılarının kıyafetlerini mahvetmiş. Bazıların bazılarını... Kimisinin dışına damlamış kimisinin kimsesizliğine...
Sonra iki damla daha inmiş. Önce güneşi yok etmiş sonra gölgeleri. Mutlu olmuş tarlası sıcaktan yanmış çiftçi. Sonra üç damla daha inmiş. Üzülmüş dükkanına giren tüccar. Sonra bir sonra daha inmiş gökyüzünden. Bu defa hiç olmayanı yeni olanı getirmiş. Yeni umutları, yeni hırkaları...