Kim o
Ramazan.
Yine geldi, yine.
Şimdi medyadan, ekranlardan onlarca ses bir şeyler söyleyecek. Sakız, sigara, imsak, erken lafları havada uçuşacak. Gazze’de de havada uçuşuyor bebekler, anneler ve başka şeyler. Kasırgadan değil, zulümden, bombalardan.
Ben ben ben.
İçlerimizde gümleyen turşucu sesi.
Güç, iktidar, şu, bu. Dibini bulamadığımız içimizde sonu gelmeyen ihtiraslarımız.
Eser: Dağıstan Çetinkaya
Segâh bir akşam ezanı duyulunca sofrada ışıldayan zeytin. Bardakta billur su.
Işıklı sahurlar, gözlerini ovuşturarak sofraya oturan çocuklar. Müşfik bir annenin donattığı sofra. O sofradan yola çıkış. Menziller…
Saatlerin yavaş günlerin hızlı geçtiği, zamanın biraz daha şeffaflaştığı hissedilen ânlar.
Ve çözümü biraz zor bir soru: Ramazan mı geldi biz mi gidiyoruz?
Ramazan’dan geçerken dışımızdaki dünya mı değişiyor, içimiz mi?
“Ben ben ben”den “Sen sen sen”e geçmek ve orada kalmak neden hep mümkün olamıyor?
Teslim olma savaşı. Çiçek içinde kalmak.
Sonra ne? Meçhule giden bir hû…
Almanya’da bir kavga1921 yılında Münih’te Hofbrauhaus adlı birahanede sarhoş kavgası başlamış, kürsüye doğru birkaç el ateş edilmiş ama Hitler 20 dk daha, polis gelene kadar konuşmaya devam etmiştir. Ölen olmamıştır!
Sarı bez
Çok eskiden yani takvim yapraklarının kıymetli olduğu zamanlar, isteyecekleri kızın kahvesini içmeden önce ailenin kadın timleri bir gün öncesinden çay içmeye giderlermiş. Beyaz ip çıkarılıp yanlışlıkla divanının altına kaçtı numarasıyla çekerlermiş ipi ağır ağır. Çıkan ipin rengine göre o evden kız istenirmiş. Şimdilerde divanların yerini avangart mobilyalar aldı bir parmak hamlesiyle ipe gerek kalmadan halledilebilir. Timlerin işi kolaylaştı kızların işi hâla zor... Çok sarı bez anneciğim.
İyi sahurlar.
Gazze, Arakan, Yemen, Doğu Türkistan, Halep dâhil. Eğer böyle bir şey mümkünse!