Hadler
Sınırlı sayılı insanoğlunun tanımlarından biri de “haddi aşmak” olabilir mi? Elbette olabilir, oldu, oluyor ve olacak.
Bazı hadler kişiseldir, istediğin gibi aşabilirsin. Mesela bir adam “5 metre yüksekliğe zıplayacağım” diye bir karar alsa ve evinin bahçesinde veya başka bir açık alanda fırsat buldukça bu isteğini gerçekleştirmeye matuf hareketler yapsa, bu sadece kendini ilgilendirir ve zıplama yüksekliği haddini aşar veya aşmaya çalışır.
Başka bir adam “ben bir oturuşta 50 kilo patatesli börek yiyeceğim” dese ve bunu sürekli tecrübe etmeye kalkışsa bu had aşma eylemi de sadece kendini ilgilendirir. Bir de börek yapanı tabii ki.
“Ben dünyanın bütün dillerini öğreneceğim” diyerek haddini aşma niyetini belli eden birine de dünyanın değişik dillerinde güleriz.
Netice de bütün bunlar olabilir. İsteyen istediği had aşma biçimini seçer ve sonuçları da çoğu zaman kendisiyle sınırlı kalır.
Gelelim Kurban hakkındaki olur olmaz görüş ve yorumlara.
Öncelikle din bir kabuldür, seçersin veya seçmezsin; sonuçları yine fena hâlde seni ilgilendirir.
Ama din seçiyorsun, bir felsefe okulu değil. O dinin hükümleri o dinin mü’mini için tartışılmaz şeylerdir. Onlara öncelikle iman edilmiştir ve uygulanması istenenler behemahâl uygulanacaktır. Uygulamamak veya uygulayamamak başka, mâzallah ‘bu yoktur’ veya ‘lüzumsuzdur’ demek bambaşka şeylerdir.
İman ve uygulamadan sonra o hükmün hikmetine ermek için düşünsel bir cehde girilebilir ki bu da apayrı bir şey. Bunu yapabilmek için de belirli bir donanımın lüzumundan bahsetmek galiba zaid olur. Ki İslam dini bağlamında fâkihler, müfessirler, kelamcılar bunu yüzlerce yıldır çok geniş perspektifler içinde yapmaktadır.
Ama şimdi nedir? Klavyenin başına oturan sübhaneke bilmezler dâhil artık kafasına nasıl esiyorsa bu derinlikli inanç/ eylem hakkında değişik düzeylerde bencil, kötücül, ekonomik, siyasal velhasıl dinin kendi ibadet bağlamı dışından gazel okumakta, curcuna heyheylemektedir.
Günlük pratikler üzerinden yapılan konuyla ilgili/ ilgisiz kıyas ve akıl yürütme, dahası ‘bence’ optiğinden bakma zevzekliklerine hiç girmiyorum.
Nass, kültür, coğrafya, gündelik hayat ayırımlarının birbirine karıştırılması bir bahs-i diğer.
Dinin sahibi diyanet veya şu bu insan değil. Allah’tır. O elbette kendi kitabını ve dinini korumaya muktedirdir.
Allah imandan ve izandan ayırmasın.
Had olmasa aşılmasından da söz edemezdik.
Vardır ve aşılacaktır.
Şöyle anılmadı mı insan; ‘Âciz’, ‘zâlim’, ‘câhil’, ‘aceleden yaratılmıştır’.
Eşref-i mahlûkâtın diğer vechesi budur.
İyi bayramlar dilerim, eğer bu mümkünse!
Gülünecek bir şey görmüyorum
Viyanalı ressam Richard Gerstl’in “Gülen Adam” tablosunu bir kitabımda kullanmıştım. Bir otoportredir bu; intiharından kısa süre önce tamamladığı resimde güler mi Grestl, yoksa ağlar mı tamıtamına belli değildir. Acılar içinde kıvranan, hayatı tanımakta güçlük çeken bir insan gülerse böyle güler, diye düşünüyorum: Düpedüz yırtılarak.
Gülmek, gövdemizin en tuhaf, uçarı işaretlerinden biri aslında. İfade dilimizin en karmaşık, çözümlenmesi en güç sonucu. Onu gövdenin bütün gramerini, sentaks anlayışını, sözlüğünü elden geçirmeden kuşatmaya, anlamlandırmaya çalıştığımızda buharlaşıveriyor.
Arkasında bir kimyasal hazırlık var şüphesiz. Bir elektrik akımının doğup gelişme sürecini andıran bir eğrisi var. Gene de kişiden kişiye değişebilen özellikler taşıması “olay”ı bir denkleme aktarmamızı engelliyor. Kim, hangi durumda, neden gülüyor ya da gülmüyor, kesin bilgi yok elimizde. (…) Enis Batur- Türkiye’nin Üçlemi- Papirüs yay.
Geçenler göçtü
Bir bayram geldi geçti! Binlerce gelip geçen gibi.... Yüklerimiz kervana yüklenmiş hızlı adımlarla geçiyor önümüzden. Biz saplandık kuma el sallıyoruz.
Güle güle çocukluğum.
Yine gel kaliteli yalnızlığım.
Daha karpuz kesecektik dostlarım.
Allah’a emanet olun sonbaharda dökülen yapraklar.
Kendine iyi bak ölüm. semerinde bana da yer ayır...
-Bi sus Selinsu! Sakın kıpırdama! Birazdan umudun geçecek ona merhaba de ! Merhaba vedalaşmak değildir.
O halde anangillere selam söyle umut, yemeğe de bekleriz.