Bir Rumeli cıvıltısı
Hep Balkanlardan soğuk hava gelecek değil ya, bu defa da biz tutup Balkanlara bir payitaht havası götürdük. 40 civarında gençlik dergisinin temsilcisi ile (Türkiye Gençlik Dergileri Birliği) şemsiyesi altında çıktığımız yolculuk, Sarayevo’dan başlayıp, Mostar, Kotor, İşkodra, Ohrid, Kalkandelen, Üsküp, Prizren gibi şehirlere de uğrayarak, Priştina’dan İstanbul’a hareketle son buldu.
Çok sayıda cevval genç dergici arkadaşla yapılan Balkan yolculuğumuz, Bosna’nın milî şairi Cemaleddin Latiç Beyfendiyi ziyaret, Blagay Tekkesinde alınan metafizik nefesler, Mostar Köprüsü’nden göklere bakış, Ohrid’de temâşa, Harabatî Tekkesinde çiçeklenmek, Üsküp’te sükûnet ve evdeymiş havası, Prizren’de çay ilh…Hâlden hâle seyahat idi.
Yalnızca gençler yoktu bu yolculukta. Ahmet Efe, Ahmet Altay, Âsım Gültekin, Mustafa Nezihi Pesen, Güray Süngü, Mehmet Kâmil Gelgör, Davut Akgül, İsmail Kahraman gib farklı gençlik aralıklarından isimler, arkadaşlar da vardı.
Otobüsün içi yol boyunca tahmin edilebileceği gibi dergicilik ve kültür meselelerinden tutun, kişisel bakış ve duyuş boyutlarının değişik ritimlerini yansıtıp durmadaydı. Rehberimiz Cengiz Bey, bir Rumeli cıvıltısı olan şivesi ve bilgisiyle bize sürekli geçtiğimiz güzergâhın tarihî ve güncel arka planını anlatıyordu.
Yolda bazı acımasız genç dostlarımız bu Rumeli ağzını çoktan kapıp birbiriyle Cengiz Bey gibi konuşmaya başlamıştı bile.
Balkanlar deyince akla ilk gelen kalimeler şöyle: Köfte, börek, Arnavut, Sırp, Kosova, Müslüman, Hırvat, katolik, protestan, Türk, Bosna, Aliya.
Bir barut fıçısı mı Balkanlar? Daima. Her şehirde, her sokakta etnik ve dinî kimliklerin yüzdesi, içiçeliği tuhaf ve akılda tutulması gereken bir şey gibi.
Tarihsel seyir içinde Anadolu’dan Balkanlara, oradan da İstanbul’a gelişimiz sık sık unutuluyor. Osmanlı, Yugoslavya ve değişik iç/dış savaş tecrübelerinden geriye kalan şey hâlâ girift bir hüzün külliyesi.
Silahlar ve geniş çerçeveli din ve kültürel temelli ittifak veya ihtilaflar bu canlı gerilimin ana enstrümanları olarak varlığını sürdürüyor.
Çeşitli şehirlerdeki dost kuruluşları, dergileri, yayınevlerini ziyaret ve burada yapılan programlar, konuşmalar, sorular cevaplar…Ahmet Efe’yi şiirini okurken, Güray Süngü’yü editörlük ve yazarlık üzerine, Âsım Gültekin’i Saltuknâme’den pasajlar okurken dinlemek güzeldi.
Otobüste, yazdığım Anayasa’nın okunması ve sonrasındaki sorular benim için hoş bir sürpriz oldu.
Neretva Irmağı Mostar Köprüsü’nün altından geçerek akıp duruyordu Adriyatik’e. Bazan kan, bazan hüzün aktı köprünün altından. Sevinç anları da olmuştur kuşkusuz.
Açık bir yara mı Balkanlar?
Balkanlardan gelen soğuk havaya daimî müsamaha esas olmakla birlikte, o soğuk havalara sorsak içimizdeki bazı soruların cevabını alabilir miyiz? Yoksa o her yerde akan buz gibi çeşmelerden su içmek yetsin mi?
İnsanî ölçülerdeki şehir mimarilerinin tabiatla ahenk içinde varlığını sürdürmesine ne kadar hasret kalmışız.
Başka şeyler de var kuşkusuz, ama ama ama. Dünya işte vesselam.