Bir hezarfen idi/Süheyl Ünver’i düşünmek
Bazı şahsiyetler dünyadan gelip geçse de bıraktıkları ışık içimizi ve yaşadığımız coğrafyayı aydınlatmayı sürdürür. Üstad Süheyl Ünver, yaşarken birkaç disiplinde birden karınca titizliğiyle çalışan ve belki bir medeniyetin son inceliklerini sanat yoluyla bize aktarmak için 88 yıllık hayatını cömertçe veren nadir isimlerden biriydi.
Çizerek, yazarak, yaşayarak muhafaza etmeye çalıştığı değerler için ona çok şey borçluyuz. Bu tek kişilik kültür ordusuna Devlet de borçlu.
Yazdığı kitap, kitapçık ve makalelerin sayısı o kadar yüksek ki sadece eserlerinin bibliyografyası beş kitap hâlinde yayınlanmıştır. Kandilli Rasathânesi’ne, Türk Tarih Kurumu’na ve Süleymaniye Kütüphanesi’nin her birine ayrı ayrı tabii ilimler ve sosyal ilimlere dair binlerce defter, kitap ve çeşitli doküman bağışlamıştır. 88 yılını akademide ve akademi dışında dolu dolu geçiren Süheyl Ünver Hoca, o kadim hezarfen geleneğin son temsilcisi gibiydi. Tıp, hat, resim, tezhib, minyatür gibi bilim ve sanat alanlarında mütebahhir olan Hoca, en önemli şeyi yapmaktan geri durmamış, insan yetiştiren bir mektep de olmuştur. Bugün klasik sanat dünyamıza ait geniş yorumlar yapabilen birkaç parlak isim onun yetiştirdiği öğrencileridir.
Hocamız, tıp alanındaki akademik disiplinini Deontoloji Kürsüsü’nde vukufiyetle icrâ ederken, İstanbul merkezli bütün bir kültürel coğrafyamızın da tek başına muhafızı gibi çalışmış, selin önünden kurtarabildiklerini bize aktarabilmek için cansiperâne emek ve gayret sarfetmiştir.
Aruz vezniyle yazılmış şiir ve gazelleri de bulunan Üstad, kendisini şair olarak görmediği için şiirlerini yayınlamamıştır. Ama şöyle bir soru sorduğu görülmüştür: “Resim şiir midir? Hoca Ali Rıza’nın resimleri birer şiir sayılabilir mi?”
Yeşilay dergisinde 1976’da yayınlanan “Sizlere değil kendime” başlıklı makalesinde ise şöyle satırlar vardı:
(…)” Bizlere vazife ve selahiyetlerimizde asla tereddüt göstermemek lâzımdır. Ben ondokuzuncu asırdan sizlere muvakkaten yadigârım. Artık kendime dönmüş bulunuyorum. Kendime daima seçtiğim öğütleri bunada sıraladım. Sizler de kulak kabartırsanız bu naçiz öğretmeninizin kendisiyle sizler için ne noktalardan mücadele ettiği hakkında fikir edinmiş olursunuz. Allah sizleri soysuzların iftirasından saklasın dualarımla başlıyorum.
-Dikkatli ol. Zira karakterimizi onunla yaparız. Dikkatimizle…
-Yaptığı iyiliği kendine bile duyurman ayıp ve günahtır.
-Şöhret peşinden koşma. O sana muhtaç ise senin peşinden gelir.
-Feleğin gözüne çıban olup batmana rağmen ilim ve fazilet yolundan ayrılma.
-Geçmiş büyüklerin ahlâkı hep senin hayatının bir nizamnamesi hükmündedir.
-Başkalarına ait vazife icaplarının senin için manevî bir servet kaynağı olduğunu unutma.
-Boş yere lüzumsuz kitap okumakla vaktini heder etme. Onları karıştır. Nerede ne var öğren, icabına göre alâkadar olduğun mevzular üzerine topladıklarını okur; edindiğin intibaları ve sana gelen yeni fikirleri bir kağıtçığa not ederek, onları isimlerinin bulunduğu dosyada saklarsın.
-Hayatta daima her şey , etme ve bulma mahsulüdür.
-Tek tek geçici güzelliklere değil, geçmeyen bütün güzelliklere âşık ol.
-Bir insan 20 yaşında yüzde yirmi münasebetsiz ise, altmışında yüzde atmış odur. O cihetle kendinle mücadeleye giriş ki, bu nisbet, her sene yüzde bir olsun, azalsın.
-Gayet iyi siyaset bil, fakat siyasete girme.
-Yüksek tahsil de yapsan şahıs olarak kalma. Daima şahsiyet sahibi güzidelerden ol.
-Bugününe aldanma.
-Her şey boşa gidebilir, çalışmak asla.
-Herkese karşı daima gülümser olmak asaletin ve soyluluğun icabıdır.
-Hayatta ne insanlarla kaynaş ve ne de onlara darıl.
-Söylemediğin sözden, yapmadığın hareketten utanma.
-Gönlün, istediğini sevsin ve içinden ne isterse söylesin, onu lisana ve satırlara dökerek kirletme.
-Ancak kuşkulu olanın aklı başındadır.”
Hocamız hâlâ bütün canlılığıyla yaşıyor; yazdıkları, çizdikleri ve aldığı notlar bir ömre nelerin sığabileceğinin açık bir göstergesi. Sadece İstanbul’u değil, gittiği her yerdeki hurda teferruat denecek kültürel değerleri bile ıskalamayan bir bakış. Bugün her şehrimizdeki üniversitelerin toplam sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Ama aşk olmayınca o geniş adımlı yürüyüşler akademide maalesef yapılamıyor.
Yogaya yerli ve millî alternatif
Haberleri görmüşsünüzdür; bazı okullarda yoga yapılması için Millî Eğitim’le anlaşmaya varılmış. Henüz Bakanlık açıklamasını görmediğim için bir şey diyemiyorum ama eğer böyle bir anlaşma varsa alternatif teklifle gördüm ve artırıyorum:
Yoga çocukları uyutur, zaten servisle çoğu uyuyarak geliyor. Bir zihinsel boşalma, bir enerji yükselmesi, evrene olumlu mesajlar gönderme filan hedefleniyorsa işte alternatifler, üstelik hem yerli hem millî:
Erik dalı, Kolbastı, halay, zeybek, horon…Elli tane daha sayılabilir. Teke zortlatması gibi alt fraksiyonlara daha hiç girmedik bile.
Yogaymış. Yok deve.