Balkanlardan kalanlar
Ohrid’de sıkı bir yağmur yedim, bir yaz yağmuruydu, o kaldı.
En son yediğim sıkı yağmuru Aliya’nın cenazesinden hatırlıyorum.
İlkokulda ve nerdeyse orta-lise öğrenimi boyunca da sınıfın duvarına asılan haritaları hatırlıyor musunuz? Bağlantısız, çevre ülkeleri bile gösterilmeyen, sadece birkaç harfle ifade edilen, adeta uzayda, yalıtılmış bir Türkiye haritası.
Balkanlar, Ortadoğu, Kafkas…O haritalarda bu bölgelerle yaşanan kültürel ve siyasî derinliğe ait bir şeyler görmek imkânsızdı.
Sonra bu ülke insanı ticaret başta olmak üzere değişik saiklerle dünyaya açılmaya başladı. Ve gördü ki ülkemizin etrafındaki bir çok şehir Bursa’nın devamı, Konya’nın devamı, Maraş’ın devamı.
Yurt dışına çıktıkça çerkes, pomak, arnavut, boşnak yurttaşlarımızın devamını da gördük Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğuda hatta Afrikada.
Kafamızda oluşan haritalar değişti elbette.
Mostar Köprüsü’nün girişindeki taşta yazan Unutma! uyarısı trajik bir ihtar.
Bir de Srebrenitsa’nın ağır hüznü Saraybosna’nın neresine gitseniz ay gibi sizinle geliyor.
Sarayevo’daki ay saati kulesi ve bu kulenin altına inşâ edilen Avrupanın ilk tuvaleti.
Kekova’daki Harabâti Tekkesi’nin o büyük ve tarihsel bahçesinden yayılan sükûn.
Her yerde soğuk ve gür akan çeşmeler ki İstanbul’daki Kerbelâ sayılabilecek akmayan çeşmesizliklerden sonra iyi geldi.
Tekkelerin hepsi açık ve faal.
TİKA ve Yunus Emre Enstitüleri’nin varlığını Balkanlarda her yerde hissedebiliyorsunuz.
Blagay Tekkesi’ni görmeden ‘tekke gördüm’ dememeli.
Balkanlarda çok sayıda yabancı elin parmakları var ve kurumsal yapılarını görüyorsunuz. Yumuşak güç çalışmalarımızın biraz daha artması gerekiyor.
Dönünce Üsküplü bir dostumla buluştum. Bana dedi ki: “Geçen yıl vefat eden ağabeyim ömrü boyunca kurufasülye, köfte ve börekten başka bir şey yemedi… Üsküp’ten getirdiği ağız tadını hiç ama hiç değiştirmedi.”
Bunu anlayabiliyorum.
Balkanlarda dolaşırken taam ettiğimiz kurufasülye, içtiğimiz soğuk çeşme suları, konuştuğumuz güzelim türkçe…Hepsi birleşip şunu diyor: Sultan Murat Hüdavendigâr’a selam.
Biz ne diyoruz: Aleykümselam.
Yaş al üstü kalsın
Şimdilerde yaşlandırma programı furyası başladı. Beşikteki bebeden 85 yaşındaki babaanneme kadar 50 yaş yaşlı gösteren bi program. Ben yaptırmadım, düşünmüyorum da. Merak etmiyorum yani. Hem herkesin yaşlandırma programının ismi farklıdır. Kimisi aşk der, kimisi evlilik kimi yalnızlık... öğrenciler sınav der, memurlar maaş sonu, ev hanımları saçını süpürge etmek... Benim programın ismi levhi mahfuz O ne derse o.