Anne bak karnem
Zaman geçiverdi.
Dün milyonlarca çocuk ve genç öğrenci karne aldı. Kimi çekinerek aldı uzatılan karneyi, kimi coşkuyla. Okuldan çıkıp eve giderken de öyle. Karne kötü ise eve doğru atılan adımlar geri geri gidiyordu, diğeri ise uçar gibi.
Ama neden? Çocuk kötü değil ki, karne kötü.
Bir çocuğa neden zehir ediliyor zorunlu eğitim yılları? Anne-babalar neden hiç öğrenci olmamış gibi davranıyorlar. “Bak benim oğlum/kızım takdir aldı” şişinmesinin ömrü kaç dakika? Ve kırık bir not için neden boza pişiriliyor çocuğun ensesinde.
Kaç anne-baba çocuğun derslerindeki not hassasiyetini, çocuğun iç dünyasına dönük durumlar için gösteriyor?
Çocuk belki de hiç öğrenmek istemediği, belki de bile isteye direnç gösterdiği bir dersin notu sebebiyle neden hemencik bir kötü karneli günah keçisine dönüştürülüveriyor? Her şey okul değil, her şey kırık not değil. Sistem mükemmel çocuk başarısız! Hayır hayır öyle değil.
Şimdi dağ taş üniversite oldu. Bu durumun sonuçları ciddî analizlere tâbi tutuldu mu? Her türlüsünde olduğu gibi, eğitimde de, eğitime duyulan ilgi bir fetişe dönüşmüş, eğitim fetişizmi diyebileceğimiz bir durum başını almış gitmişse ne olacak?
Eğitimde hiç bitmeyen bina ve personel ihtiyacı, sağlıkta yine devasa binalarla çok pahalı ve karmaşık tıbbî cihazların öncelenmesi gerçekten iyi planlanmış bir bakışın ürünü mü?
Çocuk dedik nereye geldik.
“Çocuklara kıymayın efendiler” demişti bir ses. İlave olarak düşünün bakalım; Hâlâ okulun her tatil oluşunda, bunu çığlık atarak kutlayan çocuklar ne demek istiyor olabilir.
Tamam tamam; karne mühim, asık suratlar mühim, durmadan ilerlemek mühim, bir şeyler biriktirmek, evler arabalar mühim. Şey, çocuk da mühim, çocukluk da mühim. Biliyorsunuz bir defa oluyor! Çocukluk geçerken çocuğa yaptıklarınız ve yapmadıklarınız kalıyor. Belki biraz büyüyor da o şeyler.
İyi teneffüsler çocuklar.
çay
istanbulun serin aralarında
ve su buharının
nefes şarkısının ısıttığı odalarda
elden ele bir barış rengi
zengini ve fakiri eşitleyen
tek istanbul içkisi çay
ilk buluşmanın aşk tiryakiliği
tabak altı mermeri üstünde simit
bir de martı konar uzağa
kahveden söz açar ya erbab-ı kalem
asıl kavuşma çay iledir
o yüzden kırk yıllık kahvenin
hatırı vardır da
bir bardak çayın ömrü kalır
istanbulda çayı ben
saraybosnada yaşarmış gibi de
içerim
ince belli bardaklarda boşnak güzelliği
edirneden dışarı çıkan biri
çayı özler en çok istanbula dönmeden
demlenen
yaprak yaprak tortu değil de
yaşam bilgisi
vazgeçiş hüneridir bu yüzden
istanbulçaydır çay varsa istanbul
kalır
Ömer Erdem-İstanbul’a- Everest yayınları
Grip şifadır!
Geçenlerde önüme düşen bir vatsap mesajında şunları okudum:
“Gribe bakin..Hiç aklınıza gelir miydi gribin bir hastalık değil şifa olduğu. Grip bir hastalık değil, şifadır.
Onun için ekiden “grip olunca şifayı kaptın denirdi. Grip, metabolizmanın ana organları yani kalp ve beyni tehdit edecek kadar dolması sonucu kendini temizlemek için tüm vücudu kontrollü çalıştırmasıdır. Sahip olduğunuz enerjiyi içeriye çekerek beden temizliği yapmasıdır.
Grip’in vazifeleri: Halsizlik yaparak; vücudun harekete ayırdığı enerjiyi toksin yakımına yönlendirir.
İştahı keserek sindirim organlarındaki kireçlenme, iltihaplanma, iç zar ve kaslardaki ( ağız mide vs.) bakım onarımı sağlar.
Öksürük, balgam ve geniz akıntısı yaparak beyni temizler, tüm üst solunum yollarını temizler.
İshal yaparak beynimizden aşağıya doğru inen tüm toksinleri boşaltım yolu ile atar ve bağırsakları da onarır. Gribi kesici ilaçlar içeride tümörleşme yapar. Bu yüzden gribi kesmeyiniz.
Gripli iken bolca istirahat ediniz. Bol su içiniz.
Pişmiş yemek yemeyiniz, bolca meyve ve taze sıkılmış meyve suyu.
Limon suyu ve taze zencefil suyu içiniz.
Stresten, yoğunluktan kaçınınız.
Bolca çiğ sarımsak yutup terlemeye çalışınız.
İşte bu yüzden grip olana şifayı kaptın denirdi.”
Ne yapalım şimdi? Hemen grip mi olalım yani?
ANONS
Çocuklar! Onbeş günlük teneffüs boyunca canınız ne istiyorsa onu yapın.