Yumruklarım memleket kadar büyük
Sahada mücadele ettiğinizi ispatladığınızda masada en büyük sandalyeye de siz sahip oluyorsunuz. Sahada rüştünüzü ispatladığınızda diğerleri sizinle işbirliği yapmaya hazır oluyor. Geçenlerde stratejik müttefiklik ile ilgili tartışmanın olduğu bir ortamda bir söz ifade etmiştim. Bugün bu sözümü tekrarlayacağım: Birileri sizinle stratejik müttefik olmaz. Stratejik müttefik demekle de stratejik müttefik olunmaz. Maalesef dünyada dost ve düşman kavramı üzerinden bir müttefiklik kurmak da açıkçası mümkün değil. Asimetrik bir savaşta tek cepheli, tek taraflı bir diplomasi ile bu yöntemi aşamazsınız. Yapacağınız tek bir şey var, sahadaki icraatlarınızla orada olduğunuzu herkese ispatlamak. Çözümün sizin üzerinizden geçtiğini onlara göstermek. İşte onu gösterdiğinizde müttefikliğiniz de stratejik müttefikliğe çok net olarak dönüşebiliyor.
Bu yazıyı yazarken açıklanan bir bilgi tam da konunun üzerine oturdu. Türkiye, İran ve Rusya’nın içinde olduğu üçlü grup, El Nusra, YPG ve DEAŞ hariç Suriye’deki savaşan tarafları bir masada oturtmak ve ateşkesin ilanı için tarih verdi. Ateşkes dün gece 00.00’dan itibaren uygulamaya geçti. Hatta bu uygulamaya karşı olanlara da müeyyideler uygulanacak. Yani ateşkesi bozan taraf bunun sonuçlarına katlanacak.
Bir başka diplomatik zafer daha var. Suriye’de kalıcı barış için ilk adımın atılmasının yanı sıra bir de bölgede Rusya ve İran’ın DEAŞ’ı ve YPG’yi artık bizim gördüğümüz ve algıladığımız şekilde aynı çizgide kabul ettiği ispatlanmış oldu. Bunu aylar öncesinde yapmanız mümkün müydü? Göründüğü kadarıyla değildi. Ama bölgede Fırat Kalkanı ile başlayan, özellikle Türkiye’de PKK ile yaptığınız operasyonlarda başarıya ulaşmanız ve önümüzdeki dönemde izleyeceğiniz politikayı çok net olarak açıklamanız sonucunda masada sizi dinleyenlerin sayısı ciddi anlamda artmaya başladı.
Stratejik iletişimin birinci kuralı: İletişimi sağlayacak kanalları muhakkak açık tutmak zorundasınız. Eğer bu bir savaşsa bunun en önemli yöntemlerinden bir tanesi sahada olduğunuzu, en önemlisi de başarılı bir şekilde sahada bulunduğunuzu taraflara gösterebilmek. Fırat Kalkanı, bölgede DEAŞ’ı bitirmesiyle beraber başka bir fonksiyonu daha Türkiye Cumhuriyeti’ne sağlamış oldu. Muhataplarıyla bu sorunu kalıcı anlamda çözebilmek için eline çok ciddi anlamda kozlar geçti.
“Suriye’de, El Bab’da ne işimiz var” diye soranlara açıkçası şu tabloyu göstermekte yarar var. 4 yıldan beri sorunu çözmek için yapılan mücadelede bir adım bile ilerlenmemişken Suriye’nin içerisinde başarılı bir operasyon sayesinde gelinen nokta bu. El Bab’ta şehitlerimize ve gazilerimize ne kadar borçlu olduğumuzu bir kez daha hatırlayalım.
İnşallah bu kalıcı ateşkes başkalarının oyunlarıyla bozulmaya çalışılmaz. YPG ve DEAŞ’ın önünü açarak meseleyi bu duruma getiren ülkelerin oyunlarına düşülmez.
Burada bir sözüm de İran’a olacak. Geçmiş yıllarda Bosna’da, farklı farklı ortamlarda Müslüman dünyasının ihtiyaç duyduğu dönemlerde beraber mücadele ettiğimizi, onlara yardım etmek için omuz omuza çalıştığımızı unutmayalım. Bu coğrafyaya eğer barış getirmek istiyorsak, İslam dünyasının, coğrafyamızın çok daha iyi yerlere gelmesini istiyorsak bugün yaptığımızı bir adım daha öteye götürmek zorundayız. Bugün itibarıyla açıklanan anlaşma metnindeki bir bölüm gerçekten bazıları için şok olacak. Eğer söylenenler doğruysa garantör devletlerin, yani Türkiye, İran ve Rusya dışında başka ülkelerin Suriye topraklarında olmasına müsaade edilmeyeceği ifade ediliyor. Bunun nasıl uygulanacağı önümüzdeki dönemde gündeme gelecektir. Ancak bu bile birçok kişi için yanlış politikalardan dönmesi adına bir mesaj olarak algılanmalı. Yanlış hesap belki Bağdat’tan dönmedi ama gördüğümüz kadarıyla Halep’ten döndü.
2000’li yılların ortasında başlayan, Türkiye’nin coğrafyamızı huzur bölgesi haline getirmek için İran, Irak ve Suriye’nin de içinde olduğu dörtlü bir blok halinde sorunları çözmek için yaptığı mücadeleyi herkesin hatırlamasını rica ediyorum. O dönemde bölge en huzurlu dönemini yaşıyordu. Evet, Irak’ta iç çatışmalar vardı ama bu çatışmalar şimdiki boyutlarda değildi. Bugün geldiğimiz noktada şunu çok net olarak söyleyebiliriz. Bu coğrafyanın sorunları yine bu coğrafyanın çocukları tarafından çözülecek. Başka bir yolumuz olmadığını bir kez daha görüyoruz.
Bu yazı 2016’nın en son yazısı. Bu yazıyı da Erzurum’dan, Dadaşların diyarından yazıyorum. İnşallah 2017 ülkem için de bölge için de bütün İslam dünyası için de bütün insanlık için de huzura, kardeşliğe ve güzel günlere vesile olsun. 2017 bu güzel haberle bu güzel mesajlarla başlamış olsun.
Ben Antepliyim, Şahin’im agam
Mavzer omzuma yük
Ben yumruklarımla dövüşeceğim
Yumruklarım memleket kadar büyük
Aynen Yavuz Bülent Bakiler’in Gaziantep’teki Şahin Bey’i anlattığı dizelerde söylediği bu ifade gibi, memleketimizi korumak için bize mavzer fazla. Biz memleket kadar büyük yumruklarımızla dövüşüyoruz. Memleket kadar büyük yumruklarıyla dövüşen insanları dize getirmek kolay değil. 2015’te, 2016’da, 15 Temmuz’da her türlü olayla diz çöktürmeye çalıştıkları bu memleketin insanları, memleketlerini memleket kadar büyük yumruklarıyla korudular. Benim iyi dileklerin arkasından söyleyeceğim son söz şu: Bu memlekette yaşayan tüm vatandaşlar da artık memleket kadar büyük yumruk sahibi olduklarını gördüler.