Hukukun üstünlüğü sağlansın da...
Ancak kural bir kez konulduktan sonra herkese eşit uygulanması, bunun için de yargının yürütme ve yasamadan bağımsız olması fikri son bir kaç yüzyıldır genel kabul gördü. Müdahaleler olsa da ilke yargı bağımsızlıklığı, hakim teminatı, savunma hakkı, özellikle yasaların herkese ve her şart altında eşit uygulanması şeklinde gelişti.
Buna da hukukun üstünlüğü dendi. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de hukukun üstünlüğü ilkesi zaman zaman görmezden gelindi, yürürlükteki yasalar ve hatta anayasa hakim siyasi anlayış, kişi ya da partinin çıkar ve beklentileri lehine esnetildi. Haklar ihlal edildi, olmayan suçlar yaratıldı, insanlar cezalandırıldı.
Neyse ki yerel seçim yenilgisi ve muhtemelen dışarıdan gelen baskılar neticesinde iktidar son yıllarda yaşanan bazı hukuk ihlallerini gidermek, sembolleşmiş davalardan doğan mağduriyetleri azaltmak için çaba harcamaya, değişime destek amacıyla kamuoyunun nabzını tutmaya başladı. Ana muhalefet partisinin yaşadığı değişim de buna destek ve vesile oldu.
Her ne kadar geçtiğimiz hafta gerçekleşen Erdoğan-Özel görüşmesinin içeriği açıklanmasa da hak ihlallerinin, en azından bazılarının gündeme geldiği ve konuşulduğu, iktidar bloğunun da giderilmelerine yönelik irade ortaya koyduğu basına yansıdı. Ama bu kez hak ihlallerine karşı olan bazı kanaat önderleri yapılmak istenene karşı çıktı.
Belli ki çoğunun endişesi iktidarın samimiyetsizliği. Biraz hukuk ve biraz da hakla siyasi ömürlerini uzatmayı planladıklarını, muhalafetin de buna yardımcı olduğunu düşünüyorlar. Açıkça söylemeseler de hukuk ihlallerinin giderilmesine de Özgür Özel yönetimindeki CHP’nin müzakereci tutum takınmasına da sıcak bakmıyorlar.
Haksızlık ediyor olabilirim ama onlar Osman Kavala başta olmak üzere Gezi mahkumlarının ve diğerlerinin mücadelelerinin sembolü olarak kalmasını istiyorlarmış izlenimi veriyorlar. Tutumlarında sanırım Özel’i içine sindirememenin, onu partinin başında kalıcı olarak görmeyi arzu etmemenin de payı var.
Doğrusu beni ne CHP’nin parti içi dengeleri, ne de AKP’nin samimiyeti ilgilendiriyor. İlgilendiğim haksız yere yıllardır özgürlüklerinden mahrum edildiğine inandığım insanların ister yeniden yargılanma, ister anayasa hükmü olan AYM veya AİHM kararına uymayla bir an önce serbest kalması. Bunun bedeli AKP iktidarının ömrünün uzamasıysa ben uzamasına razıyım.
Yeter ki onların hakları ve özgürlükleri daha fazla ihlal edilmesin, geçmişte hata yapıldı, iktidar hataların hesabını vermedi diye gelecekliklerine ipotek konulmasın. Ve bu bir başlangıç olsun, 15 Temmuz sonrası iyice bozulan toplumsal dengeler yerli yerine otursun. Türkiye hukukun üstünlüğünün tartışmalı olduğu ülke olmaktan kurtulsun.
Hep söylediğim gibi son yıllarda askeri açıdan önemli atılımlar yapan, dış politikasında bazıları kendi hatalarından kaynaklanan sorunları gidermek için çaba harcayan Türkiye’nin önündeki en büyük engel algısı. Hukuk ihlallerinden, siyasetin hukuku araçsallaştırmasından, yasaları ve anayasayı güncel beklentisine uygun yorumlamasından kaynaklanan sorunları.
Ben şahsen mucize beklemiyorum. Türkiye’nin her şeyiyle değişip bir hak ve hukuk cenneti olacağını, tüm sorunlarını çözeceğini, iktidarın yeni düzenlemelerle yeni sürprizler yapmaya kalkışmayacağını düşünmüyorum. Bir çırpıda tarihin sonunun geleceğini hiç mi hiç zannetmiyorum.
Fakat iç ve dış siyasi konjonktürün en azından bazı ihlallerin giderilmesine uygun hale geldiğini, siyasetin samimiyetle hiç bir ilgisinin bulunmadığını görebiliyorum. Bırakalım hukuku bariz bir şekilde kontrolü altında tutan iktidar atacağı adımı atsın, muhalefet de bu adımların atılmasına destek olsun.
Biz de geçmişin hatalarının hesabını sorarken, AKP’siz bir Türkiye hayal ederken ya da Özel’in yerine daha iyisinin geçeceği günleri beklerken özgürlükleri ellerinden alınmış insanlara haksızlık etmeyelim. Önce hukuk, hak, özgürlük, sonra siyaset demek için biraz gayret sarfedelim. İçinde çok fazla ama olmayan cümleler kurmaya çalışalım…