Tespit doğru ama beklenti hatalı...
Geçtiğimiz hafta sonu önde gelen devlet insanları, akademisyenleri ve düşünce kuruluşu temsilcileri bir kez daha Münih Güvenlik Konferansı’nda buluştu, dünya meselelerini, özellikle de Avrupa’daki savaşı konuştu. Geçen ay gerçekleşen Davos toplantısında olduğu gibi burada da bir rapor yayınlandı ve toplantıyı düzenleyenlerin dünyaya nasıl baktığı, hangi sorunları önemsediği ortaya kondu.
126 sayfalık raporun genel tespiti dünyadaki gerilimlerin ve görence kazanca dayalı eğilimlerin kazan-kazan mantığını ortadan kaldırdığı kaybet-kaybeti dayattığı yönünde. Gerçekten de devletler karşımdaki benden çok kazanmasın diye kaybetmeyi göze alıyor, birinin diğerinden daha fazla güçlenebilme olasılığına tahammül edemiyor. Ancak rapora göre bunun nedeni herkesin öyle davranmasından ziyade “ötekilerin” arsızlığı.
Rusya, Çin, Afrika ve tabii ki otokratik yönetimlerin büyüyen pastadan daha büyük pay istemesi, diğerlerinin de buna razı olmaması. Tam olarak öyle denmese de raporu kaleme alanların ve belli ki onu toplantının resmi belgesi olarak kabul edenlerin güvenlik anlayışı sorunu karşı tarafta aramaya, kendine iğne batırmadan çuvaldız kullanmaya dayanıyor. Bozulduğunu varsaydıkları dengenin değişmesinde tarihi rolü kimin oynadığı onları fazla ilgilendirmiyor.
Zaten bu tür insanlar gerçeği görebilseler dünyada bu kadar çok sorun olmayacak, bu kadar çok savaş yaşanmayacak, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzen, kurallarıyla çok oynanmadan bir kaç küçük rötuşla varlığını sürdürecek. Çin’den de, Rusya’dan da bu kadar şikayet etmeyecekler. Muhtemelen Türkiye’nin uygulamaya koyduğu stratejik otonominin de aslında çıkarlarına hizmet ettiğini görecekler.
Anlamaları gereken herkesin karlı çıktığı düzenin sadece kendilerinin ve yakın müttefiklerinin karlı çıktığı bir düzen olamayacağı. Avrupa’da gri alan bırakmayalım diyerek raporun öngördüğü gibi açıktaki her ülkeyi NATO ve/veya AB’ye almakla güvenlik endişelerinin giderilemeceği. Rusya’nın ve diğer ülkelerin meşru güvenlik beklentilerinin karşılanmaması halinde kazan-kazan mantığına dayanan bir dünyanın hayal olduğu.
Çözüm olarak önerdikleri de bir tür içine kapanma, ileri teknolojiyi kendilerine saklama, ticareti Batı bloku içine kaydırma. Raporun yazar ve yayıncılarının kazan-kazandan anladığı demokrasi ile tanımladıkları blokları içinde kalanların birbirine destek olması, Amerika’nın yaptığına benzer tek taraflı kararlar almaması. Batı bloğu içindeki ahengin bozulmaması, birinin diğeri aleyhine teşebbüste bulunmaması.
Görünen o ki yazarlar Başbakan Scholz’un Rusya’nın Ukrayna işgalini başlatmasından bir kaç gün sonra yaptığı meşhur “Zeitenwende” konuşmasına takılıp kalmışlar, raporlarının içinde yer alan güvenlik algısı indeksinin verilerini dahi dikkate almamışlar. Araştırmalarını yaptıkları 12 ülkenin çoğunda insanların jeopolitik sorunlardan çok çevreyi, iklimi önemsediğini, tehdit olarak gördüğünü galiba pek idrak edememişler.
Keşke dünyayı biraz daha gözlemleyip, elde ettikleri veriler üstünde biraz daha düşünüp daha kapsamlı ve tutarlı bir rapor hazırlasalardı. Davos’ta OXFAM’ın yaptığı gibi yoksulluktan jeopolitik çalkalanmalara sorunların gerçek nedenlerini katılımcıların yüzüne vursalardı. Orada bulunanları düşünmeye teşvik edip, en azından Ukrayna sorunun çözümü için bir yol haritası ortaya koysalardı.
Oysa onlar tam tersini yapmışlar, Ukrayna’ya yardım etmekten, Rusya’yı ve hatta Çin’i çevrelemekten başka çıkar yolumuz yok demeye getirmişler. Ukrayna halkının yüzde 92’sinin Kırım da dahil tüm topraklar geri alınmadan barışa razı olmadığını, yüzde 79’unun NATO’ya girmesinin, yüzde 84’ünün de AB üyesi olmasının şart olduğunu düşündüğünü iki ayrı kutuda müstakbel okuyucularının değerlendirilmesine sunmuşlar.
Umarım hiç olmazsa toplantılar iyi geçmiş, raporun bıraktığı entellektüel açığı, Avrupa ve Amerika merkezli anlatının kusurlarını birileri kapatmıştır. Pek çok oturuma dağılan ağırlıklı İsrail temsili karşı tarafın görüşlerinin yansıtılabilmesine, siyasi varlıkları oturumlarda görülmeyen Rusya ve Çin’in tutumlarını paylaşılabilmesine imkan tanımıştır. Pastadan pay alamayan ülkeler de taleplerini düzen bozulmasın diyen muadillerine anlatabilmiştir.
Ben yine de dünya siyasetiyle ilgilenenlere, bu alanda yazıp çizenlere, güvenlik üstüne düşünenlere, devleti yönetme konumunda olanlara “Lose-Lose?” raporunu okumalarını öneririm. Ne de olsa rapor Batı metaforuyla tanımladığımız bölgenin temel stratejik eğilimlerini, kazan-kazan derken bile kendi içindeki oydaşmayı kast ettiklerini daha iyi anlamamızı sağlıyor. Amitav Acharya’ya atfen yaptıkları Multiplex göndermesi de ne yazık ki havada kalıyor…