İki önemli olay ve bir kaç önemli sonuç
Geçtiğimiz haftanın dünya siyaseti açısından en önemli olayı Hamas lideri Haniye’nin cumhurbaşkanlığı yemin töreni için gittiği Tahran’da öldürülmesiydi. Çok ama çok büyük bir olasılıkla Mossad’ın düzenlediği operasyonla gerçekleşen cinayet, yeri, zamanı ve hedefi açısından dikkat çekiciydi.
Yine bir Mossad operasyonunu andıran helikopter “kazası” sonucunda hayatını kaybeden Cumhurbaşkanı Reisi’nin yerine seçilen ve Batı ile ilişkilerini geliştirmek isteyen, İran’ın nükleerleşme programını pazarlık unsuru olan gören Pezeşkiyan’ın göreve gelmesinden yarım gün sonra gerçekleşen bu “eylem” her şeyden önce yeni cumhurbaşkanının önündeki seçenekleri sınırladı.
Bir kez daha aşağılanan, en korunaklı bölgelerine bile sızılacağı, en çok korunan insanların dahi hedef alınacağı ispatlanan İran rejiminin elinde Nisan ayındakinden daha şiddetli tepki vermek dışında çok az alternatif kaldı. Bu yazının kaleme alındığı saatlerde bu tepkinin nasıl verileceği belli olmamakla birlikte Tahran’a yapılan uçak seferleri askıdaydı.
Benim umudum İran’ın İsrail’in kurduğu tuzağa düşmemesi, sorunu başka pek çok ülke gibi intikam yeminleri ve lanetlemeyle geçiştirip, tepkisini zamana yayması. Çünkü Şam’daki diplomatik temsilciliğine yapılan saldırıdan sonra olduğu gibi vereceği tepki bölgedeki fiili anti-İran koalisyonunu güçlendirebilir, füzeleri ve dronları savaşın bölgeselleşmesini önlemek adına bir kez daha Arap hava sahasında vurulabilir.
Düşüncesizce girişilen bir teşebbüs İran’ı her açıdan çok daha zor durumda bırakabilir. Askeri hedeflerine ulaşamaması bir yana İran siyasi açıdan da zarar görebilir. Ayrıca bölgeyi de gereksiz bir savaşın, yeni ve daha büyük bir istikrarsızlığın girdabına sürükleyebilir. Üstelik 7 Ekim Hamas saldırısıyla başlayan, kökeni ve temel nedeni tabii ki çok eskilere dayanan, bu insani ve siyasi trajedi de sona ermez.
Olsa olsa daha çok insan ölür, daha fazla Filistinli yerinden yurdundan, malından ve mülkünden olur. Netanyahu iktidarı Filistin sorununu tam da kendi istediği gibi çözme yolunda bir mevzi daha kazanır. Gazzeliler Mısır’a sürülür, iki devletli çözümün Cenevre Sözleşmelerine aykırı şekilde işgal edilerek daralan coğrafi zemini artık tamamen ortadan kalkar.
Sonuçta savaşın tırmandırılması İsrail’den başka kimsenin işine yaramaz. Doğrudur, Haniye’nin hedef alınması sadece İran’ın değil tüm İslam dünyasının aşağılanması, üstelik de İsrail’in barış istemediğinin, rehinelerle ilgilenmediğinin de göstergesidir. Ama bunun karşılığında yapılması gereken ne bizdeki gibi Instagram’a erişimin engellenmesi, ne de hamasi nutuklara ve siyasi sonuç doğurmayacak askeri teşebbüslere umut bağlanmasıdır.
Yapılması gereken İsrail üstünde gerçek baskı oluşturulması, bizim kendi içimizde pek önemsemediğimiz hukuksal yöntemlerin Uluslarası Ceza Mahkemesi ve Uluslarası Adalet Divanı gibi mercilerde desteklenmesi, Filistin davası kadar halkının da savunulmasıdır. Türkiye tıpkı haftanın diğer önemli olayında olduğu gibi Filistin sorununda da makul çözümler üretebilme yeteneğini kaybetmemelidir.
* * *
MİT’in kolaylaştırıcılığıyla gerçekleşen mahkum/rehin takası Türkiye açısından bakıldığında gurur duyulacak bir olaydır. Takasa taraf olan iki ana ülkenin de istihbarat teşkilatımıza güven duyduğunu, güven duygusunun aramızdaki tüm sorunlara rağmen tesis edildiğini göstermektedir. Sürecin isimsiz kahramanlarını, teşkilatın eski ve yeni başkanlarını kutlamak gerekir.
Ancak Batılı “dostlarımızın”, müttefiklerimizin müteşekkir olacağını, iki taraf arasındaki dengeli duruşumuzun işlerine yarayacağını düşüneceklerini, bize karşı bakışlarını değiştireceklerini, çıkarlarımızı kollayacaklarını zannetmeyelim. Teşekkür ettikleri anda iş bitti, dosya onlar açısından kapandı. Bir kaç gazetede MİT hakkında güzel şeyler yazıldı, Türkiye’nin rolü övüldü.
Ama o kadar. Konu şimdiden Biden’ın ne denli başarılı işler yaptığına, Münih Güvenlik Konferansı sırasında Harris’in Almanya Başbakanı’nı nasıl uyardığına, kurtarılan “rehinelerin” ailelerinin ne denli mutlu
olduğuna indirgendi. Slovenya’nın nasıl ikna edildiği, orada ve Norveç’te tutuklanan Rus “casuslarının” pazarlık sürecinde ne kadar işe yaradığı konuşulmaya başladı.
Harris’i seçimlerde ön plana çıkartmak için Almanya, Polonya, Slovenya ve biraz da Norveç üstünde uygulanan baskının siyasi pornografik detayları New York Times başta olmak üzere muhtelif mecralara sızdırılarak yayınlandı. Neyse ki bu detaylar Almanya’da ve takip edebildiğim kadarıyla diğer ülkelerde çok sıkıntı yaratmadı.
Henüz kimse mahkemelerimizce mahkum edilmiş bir katili, hem de Ukrayna konusunda mangalda kül bırakmazken, nasıl olup da serbest bırakmaya razı oldunuz demedi. Belli ki Almanya kamuoyu ve siyaseti ülkelerinden hiç ayrılmak istemeyen, bunu da gönderildikleri Almanya’da açıkça söyleyen üç görece mülayim Rus muhalifin kendilerine tesliminden mutlu olmayı seçti.
Aslında onları Sakarov Ödüllü Navalny çok daha mutlu edebilirdi. Fakat Navalny’nin Sibirya’daki hücresinde Şubat ayında ölü bulunması işleri biraz aksattı. Anlaşılan Berlin’de hayal kırıklığı yarattı, sonra Amerikalılar Navalny yerine başkalarını ikame etti ve pazarlıklar adı gizli tutulan Ortadoğu ülkelerinden birinde nihayet mutlu sona ulaştı.
Biz takas Ankara’da ve MİT’in denetiminde olduğuna haklı nedenlerle sevindik. Ruslar ve Amerikalılar da istediklerini aldıklarına sevindi. Putin, Biden ve Harris gelenleri karşılamak için havaalanlarına kadar gidip bu sevinçlerini halkları, potansiyel seçmenleriyle paylaştı. Almanya ve galiba diğer ülkeler de sevinmiş gibi yapmak zorunda kaldı.
Sonuçta takasa konu olan 26 kişi, Rusya ve özellikle Amerika farklı nedenlerle karlı çıktı. Türkiye de ben buradayım, istihbarat dünyasında dikkate alınmak durumunda olan bir aktörüm dedi. Ancak hukuk da, Avrupa imajı da Berlin’deki uçaktan kim inerse insin bence zarar gördü. Almanya bile Amerika’nın vasalı gibi davrandı. Ne dersiniz, haksız mıyım?