Bir toplantı izlenimi
Almanların Münih, Polonyalıların Kyrnica, İngilizlerin Wilton Park, bizim Antalya, büyük sermayenin Davos gibi İtalyanların da Roma toplantıları var. Normal zamanlarda yılda en az bir kez dünyanın belli başlı kanaat önderleriyle siyasileri Parco dei Principi otelinde bir araya getirip pozisyonlarını açıklamaları, birbirlerine konuşmaları sağlanıyor. Adına her ne kadar diyalog dense de konuşmalar tek taraflı oluyor ama bazen yankı da, etki de buluyor.
Yarattığı etki açısından bakıldığında en başarılısının Münih Güvenlik Konferansı olduğunu söylemek sanırım abartı olmaz. Hemen ardında da Davos gelir. Her ne kadar katılmadıysam, daha doğrusu çağrılmadıysam da Dışişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen Antalya Diplomasi Formu bu yıl savaşan iki ülkeyi bir araya getirmesiyle bence Münih’e yakın bir yerlerde olabilir.
Roma’da bu hafta sonu (cuma, cumartesi) gerçekleşen toplantı ise Ürdün Prensi Hassan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun konuşmaları dışında eskilerine nazaran galiba biraz daha sönük geçti. Eleştiri de oldu, yapıcı tartışmalar da ama Ukrayna krizi mesela Ruslar ve Ukraynalılar olmadan konuşuldu. Oysa burada daha önce katıldığım bir toplantıda Lavrov konuşmuş ve konuşması da ciddi iz bırakmıştı.
Benzeri pek çok toplantıda olduğu gibi katılanlar bu kez de içeride konuşulanlardan çok lobi buluşmalarına, ayaküstü sohbetlere daha fazla önem verdi. Otelin mütevazı barı doldu taştı. Benim dikkatimi bir de güvenlik açığı çekti. Açılışında İtalya Cumhurbaşkanı Mattarella’nın konuşacak olması bile toplantıyı düzenleyenlerin önleyici ve caydırıcı tedbir almasını gerektirmemişti.
Katılımcılar hiç bir güvenlik ve kimlik kontrolü olmadan, çantaları makinalardan geçirilmeden oturumların olduğu eksi ikinci kata kadar inebildi, çoğu üstünde adı dahi yazılmayan ve tabii ki kimsenin bakmadığı, zaten toplantı mahaline girerek aldıkları yaka kartlarıyla ilk oturum, yemek, kahve ve su servis edilen salonlar hariç istediği her yere girebildi.
Salonların içinde ve dışında resmi, sivil bol miktarda güvenlik görevlisi olsa ve bizdeki çoğu göstermelik güvenlik önlemini eleştirsem de İtalyan özgüveni itiraf etmeliyim ki beni biraz şaşırttı. Kim bilir belki de toplantı mahalline yakın diye bulduğumuz küçük ama son derece sevimli otelin sahibinin tahmin yürüttüğü gibi İtalyan polisi görünmez tedbirler almıştı.
Uzun yıllar sonra katıldığım bu toplantılar serisinde dikkatimi çeken bir başka detay da adı Akdeniz Diyaloğu olmasına karşın diyaloğun en önemli ortağı Arap dünyasının diliyle salonda temsil edilmemesi oldu. Fransızca, İtalyanca ve İngilizceden kötü ve teknik yetersizlik nedeniyle duyulması neredeyse imkansız çeviri olmasına karşın Arapça nedense ihmal edilmişti.
Düzenleyenlere sorsanız muhtemelen katılan tüm Arapların kendilerinden daha iyi İngilizce ya da Fransızca konuştuklarını söylerler. Ama dil aynı zamanda eşitliği ve ortağınıza verdiği önemi de gösterir. Niyetinizin sadece ona tebliğ etmek değil anlatmak ve anlamak olduğuna işaret eder. Tercümenin yapıldığı bir yerde diyalog ortağınıza en azından dil düzeyinde eşit davranmak gerekir.
Yine de tüm bu tali sorunlara rağmen toplantı iyiydi, eminim pek çok katılımcıya iyi ki gelmişim dedirtti. İklim krizinden Filistin sorununa, deniz sınırlarının belirlenmesinden yatırım fırsatlarına kadar pek çok konu masaya yatırıldı. Paralel oturumlar nedeniyle izleyemesem de Türkiye’den Taha Özkan ve Canan Atılgan toplantının konuşmacıları arasındaydı.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da katıldığı özel oturumun iki moderatörünce kendisine sorulan sorulara yerinde ve açıklayıcı cevaplar verdi, Türkiye’nin çevresindeki sorunlara bakışını anlattı, sistem krizinden ve çok vurgulamasa da BM’nin reformundan söz etti. Suriye ile Türkiye’nin barışmak istediğini ve gerekçelerini salondakilerle paylaştı.
İsrail ile ilişkileri normalleştirmenin Filistin sorunu açısından öneminden bahsetti. Hepsinin ötesinde de Türkiye’nin Ukrayna krizi karşısında takındığı tutumun, ilkeler dışında soruna taraf olmamasının kendisine sağladığı imkanların öneminin altını çizdi. Ukrayna savaşının son bulmasının giderek daha zorlaştığını ima etti.
Dışişleri Bakanı biraz da AB’ye serzenişte bulundu. Avrupa Birliği’nin NATO ile istişareyi ihmal ettiğini, güvenlik konularında Türkiye’yi dışarıda bıraktığını, sadece ihtiyaç duyduğunda Türkiye’yi hatırladıklarını vurguladı. Vurguladı da onlar Çavuşoğlu’nu duydular mı, anladılar mı doğrusu hiç emin değilim. Umarım yanılıyorumdur, umarım anlamışlardır, konuşmasından kendilerince dersler çıkartmışlardır.
Fakat bana öyle geliyor ki bundan sonra da bundan önce olduğu gibi tek taraflı tasarruflarını sürdürecek, savaşın tırmanıp bölgesel nitelik kazanması halindeyse bizden savaşa katılmamızı isteyecekler. Hatta NATO üyeliğimiz nedeniyle katılıp katılmama keyfiyetimiz dahi olmayacak. Diyalogda dilin ihmali emsalini belli ki üyesi olduğumuz ittifakın işleyişinde de yaşayacağız.
Anlasalar da anlamasalar da bu tür toplantılara katılmak, katılana-katılmayana ülkenin pozisyonunu anlatmak önemli. Keşke daha çok Roma benzeri toplantılar olsa, keşke Türkiye’den iktidar-muhalefet daha çok siyasi, düşünce kuruluşu ve üniversite böylesi toplantılarda yer alsa. Eskiden bizim TESEV ve sonra GPoT olarak düzenlediğimiz gibi dünyanın belli başlı merkezlerinde toplantılar düzenlese. Türkiye’yi, Türkiye’nin pozisyonunu anlatsa.
Türkiye’nin çok sorunu olduğu, eskisi gibi bir cazibe merkezi olmadığı doğru. İnsan hakları, hukuk ihlalleri başlı başına bir engel. Ancak Ukrayna’dan Akdeniz’e haklı olduğumuz çok konu ve üstelik de çevremizdeki sorunların çözümü için harekete geçirebileceğimiz çok imkan var. Montrö Sözleşmesi’nden tahıl krizine konuşulabilecek sayısız alan mevcut. Eksik olan tek şey niyet, biraz da irade ve belki de teşvik…