Ara seçimlerden sonra ABD dış politikası
ABD ara seçimlerinin sonuçları netleşmeye başladı. Üçte biri yenilenen Senato’da zor da olsa Demokratlar çoğunluğu korumayı başardı. Tamamı yenilenen Temsilciler Meclisi’nde ise Cumhuriyetçiler önde. Washington Post’ta Cuma günü çıkan bir habere göre bu tablonun Biden ve ekibinin dış politikasını bazı alanlarda etkilemesi, özellikle de Ukrayna’ya yapılan yardımların kesilmese dahi azalmasına yol açması olası.
24 Şubat’tan bu yana sadece askeri alanda yapılan yardımın 18 miyar doları bulduğu düşünüldüğünde “Önce Amerika” diyen Cumhuriyetçilerin böylesi bir bonkörlüğe onay vermeyi sürdürmesini beklemek gerçekçi değil. Post’un haberinde de vurgulandığı gibi Meclis Başkanlığına gelmesi beklenen Kaliforniya’dan Kevin McCarthy yapılan yardımların sınırlanması gerektiğini çoktan açıkladı.
Ayrıca Cumhuriyetçi seçmenin yarıya yakınının (%48) Ukrayna’ya yapılan yardımları gereğinden fazla bulduğu da Wall Street Journal’ın 3 Kasım’da yayınladığı kamuoyu yoklaması sayesinde biliniyor. Bu oranın Salı günü Polonya’ya düşen ve iki kişinin ölümüne yol açan hava savunma füze veya füzelerinin Rusya tarafından atıldığı iddiasının bizzat Biden tarafından çürütülmesinden sonra artmış olma olasılığı da yüksek.
Başta iki yıl sonraki başkanlık seçimlerinin aday adayı Trump olmak üzere, önde gelen bazı Cumhuriyetçilerin Ukrayna’nın karizma sınırlarını zorlayan Cumhurbaşkanı Zelensky’i eleştiren sosyal medya mesajları yayınladıklarını, onu kendilerini Üçüncü Dünya Savaşına doğru çekmekle suçladıklarını, Amerikalı vergi mükelleflerini paralarını istemesinin durdurulmasını talep ettiklerini de unutmamak gerek.
Amerika tabii ki Ukrayna’yı yalnız bırakmayacak, Demokratı ve Cumhuriyetçisiyle Rusya’nın yayılmacılığını önlemeye, onu mümkün olduğu kadar yormaya, bozguna uğratmaya ve çekilmesini sağlamaya çalışacaktır. Ama hem seçimin sonuçları, hem de Rusya ve Amerika istihbarat servisi başkanlarının Ankara toplantısının ardından yaşanan ve provokasyon kokan tatsız füze olayı nedeniyle Ukrayna sorununa farklı açılardan bakmayı da deneyeceklerdir.
Bunun da sorunun çözümünü kolaylaştıracağını, bir ateşkesin imzalanmasının önündeki en önemli engeli ortadan kaldıracağını söylemek sanırım ifrata kaçmak olmaz. Zelensky ve çevresi Amerika ve Avrupa desteğinin sınırsız olmadığını anlarsa, parametreleri daha önce kendileri tarafından çizilen ve Rusya tarafından da büyük ölçüde kabul edilen uzlaşma zeminine geri dönebilirler.
İki tarafın da yeterince hırpalandığı, Rusya’nın hedeflerine ulaşamadığı, tüm zafiyetlerini sergilediği, Ukrayna’nın ise kazandığı Herson zaferine karşın hala askeri baskı altında bulunduğu, altyapısının sürekli tahrip edildiği düşünüldüğünde, Avrupa’nın belli başlı ülkelerinin de Ukrayna savaşının sürmesinden çok bitirilmesinde çıkarı olduğu dikkate alındığında barışa şans tanımak mümkün olabilir.
Umarım Türkiye de iktidarı, bürokrasisi, istihbaratı ve diplomasisiyle dengelerdeki değişimi bu şekilde okuyup, tahıl ve gübre sevkiyatı sorununu çözmenin ötesinde gerçek arabuluculuk zamanının geldiğine inanıyordur. Çünkü bu savaş biterse bizim için iyi olur. İki arada kalmaktan, tırmanıp bizi de içine sürükleyecek boyutlara ulaşma riskinden kurtuluruz. Ancak bizim aracılığımızla ya da kolaylaştırıcılığımızla biterse çok daha iyi olur.
Sadece savaşın olumsuzluklarından, ambargolara katılın baskılarından kurulmakla kalmayız, barışın getirisinden, arabuluculuğun özgül ağırlığından da pek çok alanda faydalanırız. Olasıdır ki Rus gazını kendi pazarlama şirketlerimiz vasıtasıyla Avrupa’ya ulaştırabileceğimiz bir merkez haline geliriz. Rusya ile olan bağlarımız da güçlenir, Avrupa ile olanlar da.
Biliyorum, bunun iyi bir şey olmadığını düşünen çok olacaktır. Ama Rusya bizim hem kuzey, hem de Suriye’deki askeri ve siyasi varlığıyla güney “komşumuz”. Zaman zaman saldırganlaşsa, tarihi genişlemesini büyük ölçüde aleyhimize gerçekleştirse de birlikte ve yan yana yaşamak zorunda olduğumuz bir ülke. Üstelik çıkarlarımız da çoğunlukla örtüşmüyor.
Günümüzde dahi Libya’da, Suriye’de, özellikle de Kafkaslarda farklı kutup ve beklentileri temsil ediyoruz. Büyük ölçüde onun zamanında ne yapacağını kestiremediğimiz için NATO üyesiyiz. Ardılı olduğu devlet İkinci Dünya Savaşı sonrasında bizden üs ve toprak talebinde bulunmasaydı, Montrö’yü değiştirelim, doğu sınırlarıyla biraz oynayalım demeseydi biz bugün bambaşka bir yerde bulunur, farklı bir tarihin sonuçlarını yaşıyor olurduk.
Bundan sonra da Rusya’nın ne yapacağını kestirmemiz zor. Yine de yakın bir gelecekte bizim için doğrudan tehdit oluşturmayacağını söyleyebiliriz. Her şeyden önce Bristol Üniversitesi’nin kıdemli hocalarından Derek Offord’un Londra’da yayınlanan Critic dergisinde özetlediği gibi Putin ve Avrasyacılar’ın anlatısından Moskova’nın önceliğinin tarihi ve güncel Rus varlığıyla belirlenmiş sınırlara ulaşmaya çalışmak olduğu anlaşıldığı için.
İkincisi de Rusya’nın görünebilir bir gelecekte yaralarını sarıp, diplomasi ve ekonomide kaybettiği zemini, kendine olan güvenini kazanmak için çaba harcama olasılığının, bizimle ya da başka bir NATO ülkesiyle çatışma çıkarma iştahından çok daha yüksek olması nedeniyle. Hepsinin ötesinde de elindeki konvansiyonel imkanlarla Türkiye gibi bir ülkeyle teke tek bile karşılaşmak istemesinin çok zayıf bir ihtimal olması yüzünden.
Doğal olarak bunların hiç biri tedbiri elden bırakmamızı veya Batı’dan kopmamızı gerektirmiyor. Ne de olsa dünya siyaseti oldum olası tekinsizidir, gücü gücü yetene istediğini yaptırır ya da istemediğini yapmamaya zorlar. İttifaklarsa potansiyel hasımlardan ve biraz da müttefiklerden korunmak için vardır. Bizim de bu yalın gerçeği göz önünde bulundurmamız şarttır. İyi ve huzurlu bir Pazar günü dileğiyle…