Amerika’nın da işi zor...
Dünyaya sürekli düzen vermek isteyen, aklındaki düzenin herkes için en iyisi olduğunu düşünen Amerika’nın da işi zor. İlle bir yerlerde birileri onun istediğine aykırı bir şeyler yapıyor, Amerika da onu bir şekilde cezalandırmak için olmadık zahmetlere katlanıyor.
Bize olduğu gibi bazen diplomatlarını ya da maliye bakanlığı yetkililerini, koyduğum tek taraflı yaptırımlarıma uyun yoksa size de yine yaptırım uygularım demek üzere yolluyor. Bazen de Irak’ta ve daha onlarca başka yerde olduğu gibi sorununu askeri yöntemlerle çözmeye çalışıyor.
Dünyanın tamamını kontrol altında tutmayı hedeflediği için de bir çok yerde üsler, askerler bulundurmak, bölgesel sorunlardan yararlanmak, zaman zaman da müttefikliklerinin kaprislerine boyun eğmek zorunda kalıyor.
Neyse ki halkını motive, yönetimini ikna etmek o kadar da meşakkatli değil. 1845’den bu yana Amerika’nın her genişlemesinde, Filipinler’den Küba’ya hemen her müdahalesinde tekrarlanan “Manifest Destiny” iddiası genel kabul görmüş bir anlayışa dönüşmüş halde.
O da zaten Avrupa’da çok daha önce ortaya çıkan, etkisini bugün bile çeşitli vesilelerle hissettiren “beyaz adamın”, yani Batı’nın medeniyet taşıma sorumluluğu öğretisine, inançlı Hristiyan’ın paganlardan ve inançsızlardan daha üstün olduğu doktrinine dayanıyor.
Günümüzde bu anlayışa demokrasilerin en azından birbiriyle savaşmadığını; savaşların olmaması için de herkesin demokratikleşmesi, demokratikleştirilmesi gerektiğini söyleyen Kant kökenli bir liberal gelenek de destek veriyor.
Biraz okumuşlar demokrasiden söz ederken, diğerleri alın yazısına, kendi ülkelerinin yaptığı pek çok şeyin doğruluğuna sağduyuya dönüşmüş anlayışları gereği samimi olarak inanıyor. Eleştirenler tabii ki var ama sayıları ve etkileri ne yazık ki sınırlı.
Amerikalılar evlatları kitlesel olarak feda edilmediği, büyük ve genel bir tehdit algılamadığı sürece dünyaya şekil vermenin gerekliliğine itiraz etmiyor. İtiraz edenler de hedefin yanlışlığına değil aracın, daha doğrusu politikanın yanlışlığına itiraz ediyor.
Foreign Policy, Foreign Affairs gibi dünya siyasetinin tartışıldığı mecralarda Amerikalılar tarafından yazılanların çoğu bu yönde. Mesela Biden’ın İsrail politikası genel bir memnuniyetsizlik kaynağı. Nedeni ise İsrail’e duyulan tepkiden ziyade Arap dünyasının yabancılaştırılması.
Ürdün Kralı’nın ve hatta eşinin Gazze’de olan bitene reaksiyon göstermesi Amerika’nın bölgeye getirmeye çalıştığı düzene aykırı görülüyor. Tam Suudilerle İsrail anlaşacakken bu sorunun patlak vermesi Amerika’nın çıkarlarına ters deniyor.
Çin’in bölgedeki etkisinin artacağından endişelenenler de, bu savaştan en karlı Rusya çıktı diyenler de hiç az sayılmaz. Öte yandan Ortadoğu’da Amerika’nın çıkarlarına her anlamda hizmet eden, onun Çin’le olan rekabetini güçlendiren bir düzenin kurulması için Filistin sorununun çözülmesi de talep ediliyor.
Ancak yanlış anlaşılmasın, çok azı 1967 sınırlarından, mültecilerden, yerleşimlerden, Kudüs’ün statüsünden, daha doğrusu bundan önce müzakereleri tıkayan engellerin nasıl aşılacağından söz ediyor.
Akıllarda olan modelden ziyade bir temenni.
Amerika iki devletli çözüm desin, çözüme aracı olsun ya da aracı oluyormuş gibi yapsın isteniyor.
Böylece İbrahim Anlaşmalarına kalındığı yerden devam edilir, Amerika da kendi güvenlik endişelerini yatıştıracak düzenin kurulmasını sağlar diye düşünülüyor.
Aslında haksız da sayılmazlar, dünya siyaseti yüzyıllardır böyle işliyor, güçlü gücü yetene istediğini yaptırıyor, istemediğini yapmaması için de elindeki imkanları kullanıyor. Bizimse hem bu gerçeğin hem de Amerika’nın anlatısının idrakinde olmamız gerekiyor.
Çünkü Amerika’nın tavrını güç dengeleri, küresel ve bölgesel meydan okumalar ve somut çıkarları kadar kökeni kuruluş yıllarına ve hakim kimliğine dayanan toplumsal sağduyusuna dönüşmüş, varlık nedeniyle özdeşleşmiş siyasi söylemi de belirliyor.
Ve güç zehirlenmesinden mustarip, haklılığını nihai olarak ilahi buyrukta bulan Amerika iyi analiz edildiğinde muhataplarına zafiyetlerini de sergiliyor. Bu zafiyetler de bizim gibi ülkelere çıkarlarını korumak için imkanlar sağlıyor. Yeter ki gözlemlensinler, yakından takip edilsinler…















Osmanlı dünyanın önemli bir bölümünü yönetirken de kimseyi dinlemiyordu. İstediğinden haracı kesiyordu. Akdeniz’de kendi korsanlarıyla kuş uçurtmuyordu. Ne zaman ki batı bu işten sıkıldı ve daha batıya giderek doğuya ulaşmaya karar verdi ise, Osmanlı’nın da sonu geldi. Güç sahibi olanlar her zaman gemisini yürüttü.
Yanıtla (0) (0)Güçlü ülkeler sınırlarını aşarak daha fazla güç toplama eğiliminde oluyor ister istemez. Osmanlı da böyleydi. Amerika da eninde sonunda bu gücü kaybedip başka bir devlete yerini terkedecek. Şu anda ülkemiz bu düzene uygun hareket etmek yerine ben de bir şeyim diye ortaya atılıyor. Ama sözünü dinletecek ne gücü ne kapasitesi var. Biraz hayalperest durumu sözkonusu. Gerçekçi politikalar izlenmediği için de cezasını ekonomide dış politikada ve her alanda bedeller ödeyerek sürünüyoruz kısaca.
Yanıtla (0) (0)Bu anlatının özünde İsrail, ABD, Batı, Çin, Rusya'nın çıkarları var. Tartışma konusu çıkar. İsimler zamana göre değişebilir. Diğer ülkeler ise bu çıkar savaşından zarar görmemek hatta menfaat sağlamak için çaba gösteriyor. Olaya bakış açımız çıkar ve azlık çokluk olunca çare üretemiyoruz. Çıkar savaşları dibe vurmadan da sonuç alamayacağız. Belki de çıkar yerine hırsları, bencillikleri yönetmeye çalışmak daha doğru. BM 5 veto yetkili üyesi yerine Adalet Komisyonu gibi bir kuruluşla başlanabilir.
Yanıtla (0) (0)analiz için teşekkürler Hocam. kurumlar ve bunu yürütenler insani değerlere yabancılaşmış ne yazık ki. insanlıklarını yaşayamadan gitmiş oluyorlar.
Yanıtla (0) (0)Dünya artık 2 kutuplu değil. 4 şahlı satranç tahtasına döndü. Piyonlar şaşkın.
Yanıtla (0) (0)Dünyada o Kitabı mukaddes isimli muharref narsizm ve zorbaca öğretilerle dolu kitaba inananlar hakim oldukları müddetçe hiç kimseye huzur ve esenlik yoktur.Tabi ki bununla kutsal kitapları ortadan kaldırmak ve ibadet-inanç hürriyetinden zerre kadar tavizi kastetmiyorum,Esas kasıt onların hakimiyetinin sonlandırılmasıdır.
Yanıtla (3) (2)Tek kelimeyle Bravo. Çok iyi bir gözlem.
Yanıtla (2) (2)Dünyanın derin yönetimi diniymiş anlaşıldı. Tevrat ve İncil' in kitabı mukaddes yapılması sanırım en büyük başlangıç. Bu evanjelizmi doğurdu.Hıristiyan yahudi+ yahudinin ortak dünya krallığı. Eski padişahlar bile dünyayı 2 hükümdara çok görürken usa+ israile niye dünya krallığı yakışmaz mı? Gidiş oraya, itiraz eden yanar: E.Musk gibi ipi boynunda reklam oyuncağı yapılır! Paranın ne önemi var mühim olan insanlık derken, nasıl aklını aldılar acaba? Çocukları üzerinden! ""susunn!"- netanyahu
Yanıtla (3) (2)dünyayı abd değil de rusya yönetseydi daha mı iyi olurdu yani? rusya tipi bir devletin dünyayı yönetmesi yerine abdnin yönetmesi sıradan insanların özgürlüğü icin daha iyidir
Yanıtla (2) (5)