Yeni sistem tartışması erken başladı
23 Haziran’da tekrarlanan İstanbul seçimiyle ortaya çıkan tablo, bir yıl önce hayata geçen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini tartışılır hale getirdi. Seçmen kitlelerinin bir yıl gibi kısa bir sürede derin bir kırılma yaşayarak arayış içine girmesi, toplumun AK Parti’ye olan rağbetin azalmasından çok yeni sistemden yorulduğunun bir göstergesidir.
Her ne kadar 31 Mart seçimlerinde neredeyse bütün büyükşehirleri kaybeden Cumhur İttifakı, seçmenin mesajını aldıkları yönünde şu ana kadar açıktan bir beyanda bulunmasalar da yeni sistemden onların da çok mutlu olmadıkları anlaşılıyor. Nitekim iktidar cenahından gelen “Revize edilebilir” yönündeki açıklamalar, memnuniyetsizliğin ipuçlarını vermektedir.
Kabul etmek gerekiyor ki Türkiye’nin, demokratik normlar açısından fevkalade sıkıntılı olan bu sistemle yürümesi mümkün değildir. Çünkü bu sistem özü itibariyle “kuvvetler ayrılığı”na dayanmamaktadır, Meclis işlevsizleştirilmiştir, yargının bağımsız ve tarafsızlığına olan güven azalmıştır.
***
Prof. Kemal Gözler 2016 yılında Anayasa değişikliği gündeme geldiğinde yazdığı “Elveda kuvvetler ayrılığı, elveda Anayasa” adlı makalesinde kuvvetler ayrılığının olmadığı bir devletin “anayasal devlet” olmayacağına dikkat çekmiş ve önemli uyarılarda bulunmuştu: “Önemle belirtmek isterim ki, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin elinde toplandığı kişinin kim olduğunun bir önemi yoktur. Bu kişi, bir ‘bilge kral’ veya halk tarafından yüksek bir oy oranıyla seçilmiş bir başkan olsa bile değişen bir şey olmaz. Halk tarafından seçilmiş olması bu kişinin yetkilerini kötüye kullanmayacağı anlamına gelmez. Her kuvvetin doğasında kötüye kullanılma eğilimi vardır. Bundan 129 sene önce Lord Acton’un söylediği gibi ‘iktidar yozlaştırır, mutlak iktidar yozlaştırır. İktidar iktidarla sınırlanır. İktidardakilerin insafıyla değil!”
Evet, başkanlık sistemi de tıpkı parlamenter sistem gibi demokrasinin bir kurumudur. Ancak Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ne başkanlık, ne de parlamenter sistemle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Nevi şahsına münhasır, ama ne olduğu belli olmayan bir sistemdir. Kısacası, bu sistemin evrensel hukuk normları içinde bir tarifini yapmak ne yazık ki mümkün değildir.
Maalesef yeni sistem, demokratik bir hukuk devleti için hayati önem taşıyan denge-denetim mekanizmalarını ortadan kaldırdığı için ‘kuvvetler ayrılığı’na dayalı demokratik bir başkanlık modeli değildir.
Bugün uygulamalar ortaya çıktıkça görüyoruz ki, evrensel hukuk normları nezdinde bir karşılığı bulunmayan bu sistemin, Türkiye’nin demokratik ve hukuksal görünümüne verdiği zararın faturası her geçen gün ağırlaşmaktadır.
***
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin anayasa ve hukuk konularındaki referans kurumu olan Venedik Komisyonu, 16 Nisan referandumu öncesinde yeni sistemin;
-Cumhurbaşkanı’na yürütmeyi tek başına kontrol etme imkanı verdiği,
-Cumhurbaşkanı’nın parti üyesi ve hatta parti başkanı olarak yasama gücü üzerinde kontrolsüz ve gereksiz, makul olmayan bir etkisinin olacağı,
-Demokratik başkanlık sisteminde olmayan bir şekilde parlamentoyu fesih yetkisinin Cumhurbaşkanı’na verildiği,
-Yargının yasamaya ilişkin halihazırda yetersiz olan gücünü daha da zayıflatacağı,
-Yargı bağımsızlığını daha da kötüleştireceğini, söylemiş ve bu konuda ciddi uyarılarda bulunmuştu.
Ne yazık ki Türkiye bu uyarıların hiçbirisini dikkate almadı ve bugün içinden çıkılması neredeyse imkansız hale gelen bir sistem kaosuyla karşı karşıyayız. Yeni sisteme yönelik eleştirilerde art niyet arayanların görüşlerine katılmak keşke mümkün olsaydı, ama mesele bu kadar basit değil. Zira gücün büyük ölçüde tek elde yoğunlaşması yüzünden ülkenin dünyadaki hukuksal görünümü zayıflamış ve buna bağlı olarak da ekonomideki ‘öngürülebilirlik’ kaybolmuştur. Dolayısıyla son dönemde ülkeye yabancı yatırım girişinin azalmasını da, Türkiye’nin dışarıda uygun faiz koşullarında kredi temin etmesinde yaşanan sıkıntıları da yeni sistemin yarattığı görünümle birlikte okumak gerekiyor.