Ya kelebekleri aşkı ve özgürlüğü anlarız ya da kör oluruz
/Bir kelebek ağrısıydı, vakit dardı, mevsim Hicaz’dı yetişmem gereken bir ölüm, kaçmam gereken bir hayat vardı/ Birhan Keskin
Karantina günlerinde baharın bile farkında değiliz, bu yüzden belki de Nisan kıştan kalma yaralarımıza iyi gelmeyecek...
Kelebekler ateş denizinde aşka ram olmak için intihar ediyor, ama biz aşka dokunamıyoruz, üstelik kelebekler kadar da özgür değiliz. Şimdi çığlık çığlığa karşılayamadığımız Nisan yağmurlarına veda ederken son cümlemiz “aşk bizi unutma” oluyor...
Hangi kitabın hangi sayfasında okuduğumu tam hatırlamıyorum ama, mealen şöyle bir cümle okumuştum: Balıklar ağlar, kelebekler intihar eder ve herkes biraz kördür...
Hani şu ışığın etrafında adeta ölüm dansı yaparken aşka karşı koyamadıkları için kendilerini O’nun dibinde sonsuzluğa bırakan kelebekler var ya, işte onların özgürlük dansıdır bizi hayata ram eden...
Bir kelebek aşk için yanar… Aşk için söner en sonunda… Aşkı o kadar kuvvetlidir ki, o yücelikle etrafa ışık saçar… En zifiri karanlıkta bile ışığını yayar. Derken bir gün, bir kelebek aradığı ışığın izini bulur ve aşkla uçar özgürlüğe doğru… Kanatlarının rüzgarı aşkın ışığını titretir… Kelebek önce hayranlıkla uzaktan döner etrafında… Henüz kanatları alevin tadına varamamıştır.
Etrafında aşkla çırpar kanatlarını… Bir süre deli divane gibi döner durur etrafında. Sonra, yakıcı bir hasretle mesafelere isyan eder ve aşkın alevini hissettikçe döner, döner... Yandıkça biraz daha yaklaşır aşkın ibadetine. Ateşten aşk denizini geçmek için özgürlüğün gözyaşlarına bırakır kanatlarını ve asla kör değildir...
İnsan kelebeklerin ölüme açılan aşk dansına biraz daha yakından bakınca, kelebeklerle ruhlarımız arasında mutlaka derin bir ilişki olabileceği hissine kapılıyor.
Ünlü romancı Paul Auster “4321” adlı romanında kahramanı Archie’ye teyzesinin ağzından “kelebek” ve “ruh” arasındaki ilişkiyi kökü Yunan mitolojisine dayanan “Pskhe” sözcüğü üzerinden anlatır: “Kelebek ve ruh aslında birbirinden pek de farklı değildir. Kelebek yaşama tırtıl olarak, toprağın üzerindeki kurtçuk gibi çirkin bir şey olarak başlar, sonra günün birinde bir koza örer, bir süre sonra koza açılır ve kelebek, dünyadaki en güzel yaratık olarak ortaya çıkar. Aynı şey ruhlar için de geçerlidir Archie. Ruhlar da karanlık ve cehaletin derinliklerinde boğuşurlar, çeşitli sıkıntılara ve şanssızlıklara katlanırlar ve günün birinde söz konusu ruh onca çabaya değen bir ruhsa kozasını yırtıp çıkar ve muhteşem bir kelebek gibi havada süzülmeye başlar.”
Bilindiği gibi eski Yunancada psyche kelimesi kelebek anlamına geliyordu. Ve bu böcek aynı zamanda nefes, esinti, hayat veren rüzgarın sembolüydü. Zamanla, Roma İmparatorluğu’nun etkisi sayesinde bu kelime insan ruhunu simgelemeye başlamıştır.
Galiba kelebekler ruhlarımızın ikiz kardeşi ve tabii ki özgürlüklerimizin de.... Kim bilir belki hiç beklemediğimiz bir anda yüreklerimizi titreten hafif bir rüzgar, ruhlarımızda büyük aşk ve özgürlük fırtınalarına dönüşür, tıpkı bir ‘kelebek etkisi’ gibi... Malum bir teoreme göre herhangi bir sistemin verilerinde meydana gelen küçük değişikliklerin, öngörülemez ve büyük sonuçlar ortaya çıkarmasına ‘kelebek etkisi’ denmektedir.
Bu teoreme göre mesela, herhangi bir etki veya sebep üzerinden Amazon ormanlarındaki bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına koparabilecek bir sonuç doğurabilir. Amazon ormanlarında bir kelebek etkisi başlar mı bilemeyiz, ama yüreklerimizdeki esintiyi büyük rüzgarlara dönüştürüp aşkı ve özgürlükleri keşfedebiliriz...
Eğer bir gün ruhlarımızın etrafına örülen karanlık duvarları fark edip bizi sanatın, felsefenin, düşüncenin iklimine taşıyacak rüzgarla buluşabilirsek belki insanlığımızı da yeniden keşfedebiliriz, ya da kör oluruz...
Eğer bir gün darbeciyle fikrini özgürce beyan edeni aynı kefeye koymanın ruhlarımızı nasıl yaraladığını, düşüncenin suç olmayacağını tartışmanın bile abesle iştigal etmek olduğunun farkına varabilirsek kelebeklerin neden intihar ettiğini daha iyi anlarız, ya da kör oluruz...