Ümmeti Batı ile karşılaştırmak caiz midir?
Osmanlı’dan bu yana Batı ile inişli çıkışlı ilişkiler yaşıyoruz. Özellikle Osmanlı’nın son döneminde, biraz da Batı’nın İslam dünyasına karşı yürüttüğü emperyal politikalar yüzünden haklı olarak öfkelendiğimiz zamanlar oldu, travmalar yaşadık. Ama her şeye rağmen ekonomik ve siyasal çıkarlarımız gereği ilişkilerimizi sürdürdük, halen de bir şekilde sürdürmeye devam ediyoruz.
Ancak ne hikmetse dindar kesimler her fırsatta insan hakları, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi demokratik değerlere karşı reddiye söylemlerini dillendirmeyi pek seviyorlar. Çünkü bu değerler Batı kültürünün ürettiği kavramlardır...
Kendi ideolojik dünyalarının puslu pencerelerinden bakmakta ısrar ettikleri için de dünyada olup bitenleri ne yazık ki bir türlü göremiyorlar. Bu yüzden de dünyayı sadece kendi ezberlenmiş cümlelerinden ibaret sanıyorlar: “Batı emperyalisttir, kendine demokrattır, kendi halkları dışındaki insanların da bir takım insani haklara sahip olması gerektiğine inanmazlar. Dolayısıyla onların demokrasi anlayışı bize uymaz...”
Yıllardır, bazı dindar kesimler dahil içe kapalı bir toplum hayali kuran farklı kesimlerin slogan düzeyini aşmayan bu tür reddiyelerini dinliyoruz. Ama şu ana kadar birilerinin çıkıp, Batı kültürünün ürettiği demokratik değerler dışında, yaşanabilir bir dünya tasavvuru ortaya koyduğuna da tanık olmadık. Diyelim ki bu Batılılar kendi çıkarları gereği, başka ülkelerin ayağına basmaktan çekinmiyorlar. Peki, kim ve hangi ülke kendi çıkarlarını başkalarından daha üstün tutmaz ki... Mesela Türkiye’nin kendi milli çıkarlarını her şeyden üstün tutması ayıp bir şey olabilir mi? Elbette hayır, çünkü ülkeler arasındaki ilişkiler tabiatı gereği zaten böyle olmak durumundadır.
Meselenin esası budur ama, biz ne hikmetse kendi beceriksizliklerimizi, ya da insani anlamdaki zaaflarımızı bir takım sloganların arkasına saklayarak başkalarına yüklemeyi pek severiz. Mesela ‘adaletli’ davranmanın, hakka-hukuka riayet etmenin Kur’an’ın emri olduğunu biliriz, ama kendimiz dışındakilere de adaletli davranmak gerektiğini pek önemsemeyiz.
Mesela son günlerin moda deyimiyle ifade etmek gerekirse, “ümmet bilinci” bazı dindarlar için önemlidir, ama aynı ümmet bilinci Çin, evinde namaz kıldığı için Uygur Türklerini toplama kamplarına doldururken, aydınlarını kelepçelerken, bebekleri bile toplama kamplarına alırken sessiz sedasız buharlaşıp kayboluverir.
Bilindiği gibi Doğu Türkistan’ı açık hava cezaevine çeviren Pekin’in vahşetini BM üyesi ülkeler bir mektupla kınadı. Metne, İsveç’ten Japonya’ya kadar 22 devlet destek verirken hiçbir Müslüman ülkenin imzası yer almadı, buna Türkiye de dahil...
İnsan ister istemez, bu nasıl bir ümmet bilinci ki Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, Almanya, Fransa, Finlandiya, İzlanda, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç İsveç, İsviçre, İngiltere, Avusturya, İrlanda, İspanya, Japonya, Estonya, Letonya, Litvanya gibi ülkeler insan hakları ve özgürlükler konusunda sesini yükseltirken Müslüman ülkelerin sesi soluğu çıkmıyor...
Tam da bu utanç tablosu karşısında ‘Müslüman dünyanın birazcık olsun yüzü kızarır mı acaba?’ diye düşünürken, Suudi Arabistan’dan Birleşik Arap Emirliklerine kadar pek çok Müslüman ülkenin Pekin’in ‘kendini aklama’ çabasına omuz vermeyi tercih etmesi utancı daha da katmerli hale getirmiş bulunuyor.
Öyle anlaşılıyor ki, hiçbir şey olmamış gibi, yine kaldığımız yerden yola koyulup kendi günahlarımızı kapatmak için demokratik değerlere küfretmeye devam edeceğiz. Oysa durum o kadar açık ki Müslüman dünya hukuk ve demokrasiyi önemseyen bir sistem inşa etmeden, bırakın dünyada zulme uğrayan insanların haklarını savunmayı, kendi halklarının haklarını ve özgürlüklerini bile koruyamayacaktır.