The Doors ve muktedirlerin sanatla imtihanı
Zor zamanlardan geçiyoruz, has sanatın, özgürlükçü düşüncenin itibar görmediği, daha çok üzerlerine iktidarcı etiketi yapıştıran ve iktidar mahallesine taşınan magazinel ve de günübirlik şarkıcı-türkü çığırıcılarının revaçta olduğu bir dönemi yaşıyoruz.
Biliyoruz ki tarih boyunca iktidarların yaratıcı sanat dallarında olduğu gibi müzikle de araları pek iyi olmamıştır. Zamanla müzisyenler, şarkıcılar, şarkılar yasaklanmış, baskılardan kurtulanlar ise ilgisizliğe terkedilmiştir. Kısacası muktedir zihniyet, sanatı da hep kendi hizmetinde görmek istemiştir. Oysa gerçek anlamda sanat eserlerinin üretilebilmesi için, sanatçıların kendilerini özgürce ifade edebildiği yaratıcı iklimlere ihtiyacı bulunmaktadır. İktidarlar için böylesine yaratıcı iklimler her zaman tehlikelidir. Zira öyle anlar olur ki, hiç beklemediğiniz bir anda duyduğunuz bir ezgi sizi derinden etkileyebilir, ruhunuzun derinliklerinde aşka ve sonu başkaldırıya açılan yeni limanlara götürebilir.
İşte estetiğin gücü ile oluşan özgür iklim, muktedirler için son derece tehlikelidir...
Bu hafta anti-militarist ve yasaklara karşı duruş sergileyen bir müzik grubuna düştü yolumuz, The Doors... Gerek albümlerinde, gerekse konserlerinde yarattıkları atmosfer kelimenin tam anlamıyla benzersizdi. Onlar şarkılarıyla dinleyicilerini farklı bir dünyanın kapılarından geçirerek bambaşka bir boyuta taşıyorlardı... Özellikle konserlerinde yarattıkları atmosferle, sanki başka bir gezegenden haberler getiriyorlardı dinleyicilerine.
The Doors’un en popüler eserlerinden birisi olan “Break on through (to the other side)” neredeyse Latin rock diyebileceğimiz bir performansla açılır ve dinleyicinin duygu dünyasında müthiş rüzgarlar estirir. Öyle ki daha ilk dakikadan karanlık, gece, zıtlıklar gibi temaları, şiirsel bir anlatımla dinleriz ve daha sonra “diğer taraf”a dayanılmaz bir kaçma isteğine kapılırız ve başka alemlere açılırız.
“Jim Morrison da sağlığında bu konserleri hiçbir zaman ‘şov’ olarak görmediğini söylemişti: Ben, konserlerimizi tiyatro olarak görmüyorum; onlar benim için ölümle yaşam arasında bir tür yolculuk, iletişim kurma ve insanlarla özel bir düşünce dünyasında buluşma çabası...” (Aslı Onat, Milliyet, 2012)
The Doors’un şarkılarındaki “People Are Strange/İnsanlar Tuhaftır’da geçen ‘Faces look ugly when you’re alone/Yalnızken bütün yüzler çirkin görünür” gibi sözler, yıllardır müzikseverlerin sığındığı bir liman olagelmiştir..
İsyankar ve yenilikçiydiler... 1960’larda Vietnam Savaşı’nın pompalandığı bir dönemde ‘Unknown Soldier/Meçhul Asker’ gibi bir şarkının yazılmış olması ayrı bir anlam taşımaktadır.
Bilindiği gibi grubun bu anti-militarist ve tabuları yıkmaya çalışan şarkıları, Nixon döneminde hiç de hoş karşılanmamıştı. Muktedirlere göre The Doors, acilen kontrol altına alınmalı ve gençleri daha fazla zehirlememeliydi.
The Doors adının seçilmesinde Aldous Huxley’in ünlü eseri “Algının Kapıları”yla William Blake’in etkisi olduğu bilinir. Şarkı sözleri de koyu bir Arthur Rimbaud hayranı olan Jim Morrison’ın felsefi yaklaşımıyla yazılmıştır. Bu yüzden de şarkıları hep bir şiir tadındadır.
“People are Strange” şarkısını bir şiir gibi okuyabilirsiniz.
/Yabancıysan, insanlar tuhaftır
yalnızsan, yüzler çirkin görünür
istenmediğin zaman kadınlar sana şeytansı görünür
düşmüşsen, engebelidir caddeler.
Tuhafsan
yağmur ortaya çıkartır yüzleri
tuhafsan
kimse hatırlamaz ismini
tuhafsan
tuhafsan
tuhafsan./