S-400 flörtünün dayanılmaz cazibesi...
Epey bir süredir içinde yer aldığımız NATO’nun düşmanı konumunda olan Rusya ile flört halinde olmayı mantıksal olarak izah etmekte açıkçası biraz zorluk çekiyorum. Elbette bağımsız bir ülke olarak Türkiye’nin çıkarları gereği her ülke ile ticari ve diplomatik ilişkilerinin olması son derece doğaldır, hatta gereklidir.
Ancak bizim Rusya ile özellikle savunma alanındaki ilişkilerimiz, yani füze alışverişimiz, biraz normalin ötesinde bir flört haline işaret etmektedir.
Konunun daha net anlaşılabilmesi açısında belki şöyle bir değerlendirme yapmak gerekiyor; biz NATO üyesiyiz ama artık Rus malı S-400 roket savunma sistemimiz var. Ve 29 NATO ülkesinin hiçbirinde Rus savunma aracı bulunmuyor.
Ayrıca Türkiye, çağımızın en gelişmiş savaş uçağı olan F-35’in ortaklarından birisidir. ABD, Avustralya, Danimarka, Hollanda, İngiltere, İtalya, Norveç, Kanada ile birlikte bu yüzyılın savaş uçağı projesine yüz milyonlarca dolar yatırım yapmış bulunuyoruz. Dahası, uçağın bazı parçalarını bizim şirketlerimiz üretiyor.
Aslında, biraz da NATO’nun arkasından dolaşarak Ruslarla girdiğimiz füze flörtünün çok daha garip bir tarafı var. Şöyle ki, biz müttefiklerimizle ortak F-35 projesini gerçekleştirirken, Ruslar da bize karşı, bizim ürettiğimiz savaş uçaklarını düşürmek için roket sistemleri geliştiriyorlar, mesela S-400’ler gibi... Yani biz şimdi kendi uçaklarımızı düşürmek için S-400 füzeleri mi alıyoruz? Sizce de bu işte bir gariplik yok mu?
Bir başka izaha muhtaç durum da şu; biz bu S-400’leri kime, yani hangi düşman ülkeye karşı kullanacağız?
Şu an itibariyle en problemli olduğumuz ülke Suriye... Bu ülkeden yapılacak muhtemel bir hava saldırısına karşı bu füzeleri kullanabilir miyiz? Elbette hayır, çünkü Suriye Rusya’nın en önemli müttefiki ve saldırı uçaklarının önemli bir bölümü Rus malı. Bu tablonun ortaya çıkardığı gerçekler de göstermektedir ki hiçbir şartta Rus savaş uçaklarına karşı, aldığımız bu Rus füzelerini kullanamayız.
***
Kısacası bu füze işinin Türkiye açısından stratejik bir anlam ifade edip etmediği tartışmalıdır, ama Rusya için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Zira Rusya hem ticari anlamda önemli bir satış yapıyor, hem de NATO’nun tam ortasında bir delik açıyor.
S-400 meselesini “Putin’in diplomatik bir zaferi” olarak değerlendiren İngiliz Times gazetesinin 19 Temmuz tarihli nüshasında yer alan şu ifadeler son derece dikkat çekici: “Türkiye’nin açıkça yönünü Rusya’ya çevirmesi, yıllardır NATO ve diğer Batılı kurumları zayıflatma çabası içindeki Putin için mühim bir diplomatik zafer. Nihayetinde Türkiye’nin 1946’da Batı’yla ittifaka girme kararının ardında Rusya’nın yayılmacı hırsları vardı. Bunlar haklı temellere dayanan kaygılardı.”
Kuşkusuz bu füze meselesinin, Türkiye’nin stratejik yön değişikliğinin bir sonucu olduğunu söylemek mümkün değil. Zira 19. Yüzyılda Türkleri Ukrayna’dan, Balkanlardan ve Kafkaslardan süren hangi Rusya ise, bugün de karşımızda olan aynı Rusya’dır. Dahası, hangi Rus kaygılarıyla NATO’ya girmişsek, bugün de aynı kaygılarla NATO’nun içinde yer almaya devam ediyoruz.
Belki tehlikenin farkında değiliz ama, eğer Türkiye F-35 projesinden çıkartılırsa elbette büyük bir ekonomik kayba uğrayacaktır, ama esas tehlike TSK’nın savunma sisteminde oluşacak olan zaaftır. Zira şu anda Türk Hava Kuvvetleri’nin elinde bulunan F-16 savaş uçaklarının ömürleri tamamlanmak üzeredir. ABD ordusu 8 bin saati dolduran F-16 uçaklarını emekliye ayırıyor. Bizde de bu süreler dolmak üzeredir. Dolayısıyla, F-16’ların yerini alacak olan F-35’ler Türkiye için de son derece önemlidir.
Eğer ciddi bir stratejik yön değişikliği yaparak NATO’ya veda edip, Rusya’nın safında yer almayacaksak aklın ve reel dünyanın gereği neyse onu yapmak durumundayız. Evet büyük hayaller kuralım, ama gerçekliğin dünyasından kopmadan...