Müslümanların devleti özgürlükçü olmak zorundadır
Tarihin döngüsü içinde filozoflar, düşünürler, siyaset bilimciler modern devletin doğuşu konusunda farklı tezler ileri sürmüşlerdir. Modern devlet kuramı dediğimizde ilk aklımıza gelen isimler Niccolo Machiavelli, Jean Bodin, Thomas Hobbes, John Locke, Jean Jacques Rousseau’dur. Ve tabii ki öncelikle de Niccolo Machiavelli’nin tanrısallıktan arınmış, laik/ dünyevi devlet kurgusuyla başlamıştır. Sonrasında Bodin egemenlik kavramını ortaya atmış ve onun niteliklerini ortaya koymuştur. Hobbes ise toplum sözleşmesi kuramını geliştirerek modern devlet düşüncesini teorik bir temele oturtmaya çalışmıştır. John Locke devlet iktidarının sınırlandırılmasını, Jean Jacques Rousseau ise halk egemenliği teorisini savunmuştur.
Bu çerçevede, özellikle John Locke’in görüşlerinin Avrupa liberalizminin oluşumunda önemli katkıları olduğunu belirtmek gerekiyor. İktidara karşı konulması gerektiğinin altını çizen Locke göre devlet vatandaşlarının haklarını ve özgürlüklerini korumak için vardır.
Devletin inşasını “asabiyet” teorisi üzerine bina eden İbn-i Haldun ise asabiyeti sosyal grupları bir arada tutan bağ ve siyasi otoritenin temeli olarak görür. İbn-i Haldun dini, devletin temeli olarak gören Müslüman teolog ve filozofların tezini reddeder ve pek çok toplumun ilahi mesaj tanımadıkları halde mükemmel devletler kurabildiklerini söyler.
***
Modern devlet kuramı konusunda Avrupa’da yaşananlar özet olarak böyle. Peki özellikle 19. Yüzyıldan başlayarak bütün bir 20. Yüzyıl boyunca Müslüman dünyanın nasıl bir devlet tasavvuru vardı?
Müslümanların modern devlet kuramı bağlamında kapsamlı bir devlet tasavvuru olduğunu söylemek ne yazık ki pek mümkün değildir. Zira Müslüman düşünürler Raşit halifeler dönemini idealize ederek sonsuza dek peşinden koşulması gereken bir model olarak sunuyorlardı. Ancak bu öylesine ütopik bir devlet hayaliydi ki, tarif edilen devlet ancak bir peygamber tarafından hayata geçirilmesi mümkün olan ve sıradan insanların başaramayacağı bir modeldi.
Maalesef Müslüman toplumlar modern devlet kavramını ve liberal ahlakı doğru dürüst sorgulayıp İslam’ın evrensel mesajının rehberliğinde yeni bir model oluşturamadıkları için, Abdulvahhab el-Efendi’nin belirtiği gibi “Günümüzün İslamcıları, taraftarlarını zorla cennete sokmaya çalışan proto- faşistler haline getirme eğiliminde olmuştur ve tabii ki bu orijinal İslami siyasi toplum fikri değildir.” (Abdulvahhab el-Efendi, Nasıl Bir Devlet, 147)
Kabul etmek gerekiyor ki İslamcı düşünürlerin ve ulemanın önemli bir bölümü, geleneksel İslam siyaset teorisinin çok fazla hürriyetin Müslümanları doğru yoldan saptıracağı endişesini miras olarak devralmış, bu yüzden de İslam uleması halkı doğru yolda tutmak için İslami eğilimli otoriter liderleri bile desteklemeyi tercih etmişlerdir.
Oysa Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemi örneği üzerinden bir değerlendirme yapıldığında “İslam devleti arayışı önce özgürlük arayışı ile başlamalıdır. Düşünce, eylem, günah işleme, tevbe etme ve son olarak kişinin kendisini ve huzurunu Allah’a itaatte bulma özgürlüğü. Ancak o zaman gerçek İslam toplumu ve onun ürünü olan gerçek İslam devleti ortaya çıkabilir. O halde Müslümanın savaşımı, bir şey için bireylerin herhangi bir eyleme zorlanmama hakları, başka bir deyişle demokrasi için olmalıdır.” (Nasıl Bir Devlet, s.148)
Bu çerçevede devletin politik bir aygıt olduğunu, dolayısıyla her çağın şartlarına göre değişkenlikler göstermesi gerektiğini ve kesinlikle dini bir mesele olmadığının altını çizmek gerekiyor.
***
Günümüzde despotik yönetimlerde yaşamaya mahkum olan Müslüman toplumların, öncelikle İslam siyaset düşündeşinden devraldıkları mirası sorgulama zarureti bulunmaktadır. Zira bu miras, daha doğrusu İslami ilkelere dayalı bir devlet, bireyleri İslam’a göre yaşamaya zorlama hakkının bulunduğu şeklinde yanlış bir kanaat oluşturmaktadır. Oysa İslami yönetimin amacı, hiçbir ayrımcılığa tabi tutmadan bütün bireyleri tercihlerinde özgür bırakmak ve onların özgürlüğünü korumaktır.
Unutmayalım ki, Hz. Peygamber tarafından oluşturulan Medine Vesikası’na (sözleşmesi) taraf olanlar arasında Medine’de yaşayan ve bir kısmı Yahudi olan değişik kabileler vardı... Bu modelin sunduğu çözüm, toplumların bir araya geldiği yeni bir devlet türüne işaret ediyor. Bu devlette toplumlar, her şeyden güçlü hakim bir devlete teba olarak değil, kendi gönülleriyle birleşen ve her biri tam özgürlük içinde kendi hayat tarzını takip eden toplumların üyeleri olarak bir araya gelmişlerdi. (a.g.e, s.163)
Yaşadığımız yüzyılda Müslüman toplumların oluşturacağı devlet modeli, adı ne olursa olsun, kesinlikle çoğulculuğa dayalı ve özgürleştirme prensibini ve de hukukun üstünlüğünü esas alan bir devlet olmalıdır.