Müslüman dünya yeni bir hikaye yazabilir mi?
İlk dönem Müslümanlarından bugüne kadar geçen süreçte, farklı coğrafyalarda, farklı toplumlarda ve farklı kültürlerde dinin farklı yorumları ortaya çıkmış ve değişik kültür havzalarında farklı hikayeler yazılmıştır.
Peki yaşadığımız çağın Müslümanları nasıl bir hikaye yazacaklar?
Maalesef bugün İslam ülkelerine baktığımızda hemen hiçbirinin ne yeni bir hikaye yazmaya niyeti, ne de mecali olduğunu görüyoruz. Özellikle son yüz yılda yaşanan derin travmalar yüzünden İslam toplumları, İslam kültürünün tarihsel serüvenini zihinsel planda doğru okuyamadıkları gibi, modern dönemin değişim çizgisini de yeterince kavrayamamışlardır.
Hal böyle olunca, modern dönemin getirdiği yeni kurumlara ve yeni anlayışlara karşı Müslüman toplumlar ya ilgisiz kalmışlar, ya da moderniteye karşı tepkisel bir dindarlık anlayışı geliştirmişlerdir. Esas itibariyle dinin temel değerlerinin çizdiği perspektifte çağın gerçekliklerini dikkate alan kurumlar oluşturamadıkları için dinle de, yaşadığımız çağla da sahici bağlar ne yazık ki kuramamışlardır.
Bu yüzden de Müslüman ülkelerde hukukun üstünlüğüne dayalı bağımsız yargı kurumları, hesap verebilir, şeffaf yönetimler oluşmamış, insan hakları temelinde özgürlükler, kadın-çocuk hakları ve basın özgürlüğü gibi temel insani değerler gelişmemiştir.
Çünkü Müslüman dünyadaki tepkisel dindarlık anlayışına göre bütün kötülüklerin kaynağı, emperyalist Batı kültürünün bir ürünü olan demokrasidir. Bu zaviyeden bakıldığında Müslümanların yazacağı hikaye bellidir, hemen bütün Müslüman ülkelerde “Bize 150 yıldır modernleşmenin dayattığı hikayeler anlatıldı, artık kendi hikayemizi yazma zamanı” diyerek işi retoriğe bağlar, afaki hayallerle teselli bulmaya çalışılmıştır.
Aslında bu hikayenin temeli baştan yanlış atılmıştır. Kur’an’ın ayetlerine dayandırılarak “Hakimiyet Allah’ındır” görüşü, zaman içinde İslam siyaset düşüncesine damgasını vurmuş ve Müslüman toplumlardaki yönetim şeklini belirler hale gelmiştir. Oysa “Mutlak gücün Allah’a ait olduğu konusunda Müslümanlar arasında zaten bir ihtilaf yoktur. Tartışma, Allah’ın, insana hükmetme, hakimiyet kullanma gücü olan siyasi egemenliği verip vermediği konusundadır. Kur’an’a baktığımızda ise siyasi egemenliğin insana ait olduğu açıkça belirtilmektedir. Yönetim konusunda Allah’ın emri, topluma ait işlerin toplumsal irade tarafından düzenlenmesidir. (1) İnsanoğlunun yaratılış gerekçesinde, onun yeryüzünde ‘halife’ olacağı bildirilmiş, hür iradeli ve kendi adına iş yapacak bir varlık olduğu açıkça belirtilmiştir.” (2)
Peki Müslümanların yazacağı hikayede “Egemenlik milletindir” dendiğinde modernleşmenin ürünü olan demokrasi küfür düzeni mi olacaktır?
Demokrasilerde hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, özgürlük ve insan hakları gibi evrensel kavramlar esas olduğuna göre, her hikayeye modernizme reddiye ile başlayan Müslümanların halihazırda demokrasinin sunduğu imkanlar dışında insanlığa sunabilecekleri bir hikayeleri var mıdır?
Meseleyi özetlersek; hangi dini ya da milli gerekçe gösterilirse gösterilsin liyakat, şeffaflık, ortak akıl, hukuk ve rasyonalite prensiplerini göz ardı eden Müslüman dünyanın yazacağı hikayenin yaşadığımız dünyada hiçbir sahici karşılığı olmayacaktır.
Bugün itibariyle büyük çoğunluğunda despotik yönetimlerin hakim olduğu İslam ülkelerini bir tarafa bırakarak, ciddi demokrasi tecrübesine sahip Türkiye özelinden baktığımızda bile manzaranın hiç de iç açıcı olmadığı görülecektir.
Halihazırda Türkiye dahil pek çok İslam ülkesinin hali ortada... Mesela şu anda Türkiye’de hakim olan zihniyet, topluma öyle bir hikaye anlatıyor ki bırakın normal insanların hayal dünyasını, peri masallarında bile gerçekleşmesi mümkün olmayan hikayeler... Bütün dünyaya kafa tutan, emperyalistlere meydan okuyan, büyük yeraltı zenginlikleriyle dünyanın en zengin ülkelerini bile kıskandıran bir ülke...
Ama bu hikayenin küçük bir eksiği var, şu anda Türkiye yüksek faizlerle bile uluslararası finans kuruluşlarından kredi temin edemiyor. Ama hikayemizin ve hayallerimizin sonu hiç gelmiyor... Mesela Ayasofya’yı açarak bütün dünyayı tuş ettik, şimdi büyüklerimiz “artık sıra Kudüs’te” hikayesini yazmaya başladılar.
Evet hayali de olsa parlak hikayeler yazıyoruz, ama henüz ‘hukuk devleti’ni keşfedemediğimiz için bu “Büyük Türkiye” hikayesinin sonunda gazetecileri, yazarları, sivil toplum insanlarını, siyasetçileri cezaevinde terbiye etmeye devam ediyoruz.
1-Al-i İmran, 15; 42/Şura, 38. 2-Bakara, 30; 6/ En’am, 165. (Ahmet Akbulut, Kur’an’da Yabancılaşma Süreci, s.49)