Meğer yıllarca tek parti dönemi hayali kurmuşuz...
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana muhafazakar kesimler, 1930 ve 40’lardaki CHP’nin tek parti iktidarını her vesileyle sert bir şekilde eleştirdiler.
Kuruluş yıllarının şartlarını elbette dikkate almak gerekir ama, tek parti iktidarının otoriter uygulamalarını da yok sayamayız. Dolayısıyla bugünden bile baktığımızda haklı olarak o yılları rahatlıkla eleştirebiliriz.
Nitekim AK Parti de kurulduğu günden beri ve özellikle de bugünlerde hala 70 yıl önceki CHP uygulamalarını eleştiriyor. Elbette o yılları eleştirmesinin hiçbir mahsuru yok, herkes de eleştiriyor zaten... Ama talihsizlik o ki bugünkü AK Parti iktidarı, kuruluş ilkelerindeki reformist kimliğini bir tarafa bırakarak yıllarca eleştirdiği 30’lu-40’lı yıllardaki tek parti CHP’sine doğru hızla ilerliyor.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, geçtiğimiz günlerde Radyo Karakutu’da yayınlanan Bidebunuizle programında Yavuz Oğhan’ın sorularını cevaplarken AK Parti’nin bu yeni haline dikkat çekmiş ve şöyle bir değerlendirmede bulunmuştu: “İnsanlar düşündüğü zaman doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü görür.
CHP iktidardayken hatalarıyla ortaya çıkar. Şu anda CHP’yi tenkit etmek mümkün. Erdoğan 70 sene önceki uygulamalarıyla tenkit ediyor. Doğru ben de tenkit ediyorum. Ama aradan 70 sene geçmiş. Tayyip Bey onların tek parti sistemine özeniyor. Hoşuna gitmiş. Tek parti olursa istikrar olur!”
2020 Türkiye’siyle 1940’lı yıllardaki tek parti dönemini karşılaştırmaya itiraz edenler olacaktır, bunu biliyorum. Eğer 2011 yılına kadar olan AK Parti iktidarından söz ediyor olsaydık açıkçası ben de karşı çıkardım. Çünkü o yıllardaki AK Parti gerek demokrasinin kalitesini yükseltmek, gerekse hukukun üstünlüğü konusunda reformist bir kimliğe sahipti ve Türkiye’yi demokratik anlamda bir üst lige taşımanın mücadelesini veriyordu.
Ama ne yazık ki bugün aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Maalesef her şeyin Ankara’da toplandığı ceberrut zihniyeti eleştirerek bugünlere gelen muhafazakarlar, şimdi 1940’lardaki ‘kutsal devlet’ anlayışını adım adım hayata geçiriyorlar. Tek parti döneminde illerdeki valiler aynı zamanda CHP’nin il başkanlığı görevini de yürütüyorlardı. Bugün de vali ilin tek yetkilisi. Bazı illerde belediye başkanlığı görevini de yürüten valiler, kaymakamlar tutuklama talimatı verebiliyorlar, seçilmiş belediye başkanlarının halka bedava ekmek dağıtımını yasaklayabiliyorlar, hatta bazı illerde sadece iktidarın il ve ilçe başkanlarıyla o şehrin sorunları konusunda çözüm toplantıları bile yapabiliyorlar. Tıpkı 1940’larda olduğu gibi... Kaldı ki o yıllarda henüz çok partili hayata da geçilmemişti.
70-80 yıllık demokrasi mücadelesinin sonunda, yani 2020 yılında parlamentonun neredeyse hiçbir işlevi kalmamış, sivil toplum kuruluşları, vakıflar devletin yan kuruluşu haline dönüşmüş ve her şey Ankara’da tek merkezde toplanmış bulunuyor.
Uzun demokrasi yürüyüşünün sonunda başladığımız noktaya geri dönmek, herhalde olsa olsa bize has bir durum olabilir... Aslında bu durumu çok da yadırgamamak lazım, zira itaat kültüründen beslenen bir toplumun gerçek manada bir demokrasi inşa etmesi çok kolay olmuyor maalesef.
Değişim kavramı daha çok pozitif anlamda kullanılmaktadır ve istikameti de hep geleceğe dönüktür. Bu çerçeveden bakıldığında AK Parti’nin 2011’e kadar gerçekleştirdiği değişim ve dönüşümler pozitif istikamette atılmış reform adımlarıdır. Her ne kadar AK Parti’nin bugünkü uygulamalarını ‘değişim’ kavramıyla tanımlamak mantıken çok doğru olmasa da, bu durumu da bir bakıma geri vitese takılarak 1940’la dönüş istikametinde bir değişim olarak görebiliriz.
Kaderin cilvesine bakın ki Kemal Kılıçdaroğlu, 1940’ların otoriter uygulamalarının mirasçısı olan CHP’de değişim rüzgarları estirerek partiyi demokratik bir çizgiye çekmeye çalışırken, iktidarının ilk iki döneminde demokratik reformları hayata geçiren AK Parti, 1940’lı yıllar Türkiye’sine geri dönüyor. Meğer yıllarca tek parti dönemi hayali kurmuşuz da haberimiz yokmuş...