Liyakatli insanlar cezalandırılırsa

Yaşanabilir bir toplum inşa etmede her zaman hukukun üstünlüğünün olmazsa olmaz şart olduğunu, ehliyet ve liyakatin esas olması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Tarihin bütün dönemlerinde yaşanan tecrübeler göstermiştir ki, sistemin adı ne olursa olsun asgari ahlaki ve hukuki şartları oluşturmadan hiçbir toplumun huzur ve refah içinde yaşaması mümkün değildir.

Aslında gerek siyasal iktidarlar, gerekse toplumun farklı kesimleri hukuk ve liyakatin önemli olduğunu bilirler, hatta her vesileyle bunun altını da çizerler. Ancak bu ilkeleri hayata geçirebilmek bir zihniyet değişimiyle mümkün olduğu için, uygulamada statükocu zihin yapılarını aşmak mümkün olmamaktadır.

Maalesef Türkiye gibi sağ ve sol Ortodoks cemaat yapılarıyla örülmüş toplumlarda bırakın liyakatin esas alınmasını, liyakatli olmanın cezalandırılması bile her zaman mümkündür. Çünkü kimilerine göre Kemalist paradigmaya göre amel etmeyenler ehliyet ve liyakate sahip olsalar da devlet içinde önemli görevlerde yer almaları çok makbul değildir. Muhafazakar ve dindar çevreler için ise, liyakatli olmanın kriteri kendi dünya görüşleriyle birebir örtüşmekten geçmektedir.

Ne yazık ki böyle bir sosyolojik gerçekliğin üzerine oturan toplumlarda liyakat kriterlerinin belirlenmesi de çok kolay değildir. Kuşkusuz bu durum aynı zamanda Doğu toplumlarının en karakteristik özelliklerinden birisidir. Yani Türkiye gibi toplumlarda liyakat rasyonel akla göre değil, sağ ya da sol cemaatçi yapıların reflekslerine göre belirlenmektedir.

Bugün Türkiye’de yönetim kademelerinde öylesine acıklı liyakatsizlik örnekleri yaşanıyor ki, insan ister istemez “Bu nasıl bir zihniyettir, akıl ve mantık bu kadar mı iflas eder” deme ihtiyacı hissediyor. Gerçi akraba-i taallukat işlerinin bu kadar revaçta olduğu bir toplumda, liyakatin önemli olmasını beklemek de biraz saflık olurdu.

İşte bu zihniyet yapısı devlette sadece liyakati unutmakla kalmıyor, aynı zamanda liyakati ve liyakatli insanları da cezalandırıyor. Bu konuda devlette yaşanan çok canlı bir örneği aktarmak istiyorum. Geçtiğimiz hafta eski bir vali dostumuzla sohbet ediyoruz. 2018 yılında kendi isteği ile emekliye ayrıldı, açıkçası çok üzüldüm. Çünkü o liyakatli, dirayetli, devleti iyi tanıyan, her valilik yaptığı ilde toplumun bütün kesimlerini kucaklayan, siyasi yapılara karşı mesafesini koruyan ve toplumun gönlünde yer eden ve hep hayırla yadedilen bir valiydi. Henüz gençti, bu ülkeye çok daha güzel hizmetler yapabilirdi. Ama ne yazık ki bizim ülkemizde liyakatli insanlara pek itibar edilmiyor. Hatta görevden ayrılırken idari bir ceza verilerek ayrıca taltif ediliyor!

Vali dostumuzun bir toplantıda yaptığı konuşmada söylediği şu cümleleri duyunca, sayın valinin akraba-i taallukat cumhuriyetinin liyakat kriterlerine neden uymadığını ve sessizce emekliye ayrıldığını daha iyi anladım. Valinin cümleleri aynen şöyle: “Eğer bir baba her sabah ‘bu devlette benim çocuğumu işe almazlar’ endişesiyle uyanıyorsa, ya da bir iş adamı ihale düzenine bakıp bu ülkede bana ihale vermezler kaygıları taşıyorsa o toplumda birlik ve bütünlük yoktur ve insanların gelecek umutları da kaybolmuş demektir.”

Görüldüğü gibi bugün şikayet ettiğimiz pek çok problemin temelinde, neredeyse liyakatli olmayı bir nakısa gibi gören zihniyet yapısı bulunmaktadır. Liyakati devletin gündeminden çıkardığımız için ekonomide, siyasette, eğitimde problem çözme kabiliyetimizi kaybediyoruz ve bu yüzdenden de her alanda derin bir çölleşme yaşıyoruz. En çarpıcı örnek; son yaşadığımız deprem uyarısıdır. Ehliyetli ve liyakatli insanlar tarafından yönetilen bir ülkede, 20 yılda deprem için yeni çözümler üretilememesi düşünülebilir mi? Ama üretemedik işte, dua ediyoruz ki büyük bir felaket olmasın...

YORUMLAR (58)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
58 Yorum