‘Kutsal devlet’ geleneğimiz hiç değişmedi

Devleti sosyolojik anlamda yöneten ve yönetilen arasında oluşan yönetsel bir organizasyon olarak tanımlamak mümkün. Dolayısıyla gerek klasik, gerekse modern anlamda devlet olgusu, bütün toplumlar için kamu düzeninin sağlanması ve birlik içinde yaşamayı temin için hayati bir öneme sahiptir. Ancak 1. Dünya Savaşı sonrasında devlet kavramının mitselleştirilmesiyle birlikte özellikle Batı toplumlarında faşizmin ayak sesleri duyulmaya başlanmıştır. Tarihi tecrübeler göstermiştir ki, devlete kutsallık atfetmenin nihai olarak varacağı son durak faşizm ya da despotizmdir.

Bu çerçevede Osmanlı dahil Türkiye’nin tarihine baktığımızda devleti kutsallaştırmanın, bu topraklarda otoriterizme derin kökler oluşturduğunu söylemek gerekiyor. Osmanlı’nın son yüzyılını içine alan süreçte başlayan reform ve modernleşme hareketleri, her ne kadar siyasal yapının mutlakıyetten meşruti monarşiye evrilmesini sağlamışsa da, rejimin otoriter karakteri Cumhuriyet’in ilk yıllarında da devam etmiştir.

Meseleye Türk modernleşmesi açısından baktığımızda ise, modern ulus devletin kuruluş sürecinde kutsallaştırıcı düşüncenin hayli güçlü olduğunu görürüz.

Cumhuriyetin ilk yıllarının siyasal yapısı değerlendirilirken, özellikle tek parti döneminin otoriter olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu tanımlamaya karşı çıkanlar, inkılapların yerleşmesi aşamasında bunun normal olduğunu, ayrıca o günün şartlarındaki ekonomik ve siyasal konjonktürün de dikkate alınması gerektiğini, çünkü iki dünya savaşı arasında Avrupa’da da otoriter devlet yapılarının hakim olduğunu ileri sürmektedirler. Nitekim İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyadaki demokratik değişime paralel olarak Türkiye’de de demokratik sisteme yumuşak geçişin sağlandığına dikkat çekilmektedir.

Evet doğrudur, ama bu tek parti döneminin otoriter karakterini değiştirmemektedir. Kuşkusuz sadece tek parti dönemi değil, sonrasında gelen DP döneminde de otoriterlik kalıntıları devam etmiştir.

Çünkü Demokrat Parti (DP) de esas itibariyle liberal demokrasi anlayışından beslenmemektedir. DP’nin, seküler milliyetçi otoriter devlet anlayışındaki sekülerliğin yerine dindar/muhafazakar, yerlici/Anadolucu bir milliyetçiliği ikame ederek farklı ancak otoriter renkleri ağır basan bir devlet tasavvuruna ulaştığını belirten Tanel Demirel, Bayar’ın şu sözlerinin, devlet ve demokrasiden ne anlaşıldığı konusunda son derece aydınlatıcı olduğunun altını çiziyor:

“Bizde derebeylik, kölelik ve bunun sonucu olan Aristokrasi olmadığı için, Devlet doğrudan doğruya sınıfsız bir kitleye halka dayanmıştır. Halk devlet idaresine, seçimsiz iştirak etmektedir. Veya ‘Biat’ ve ’itaat’ hakkı ile, manevi bir seçim yapar. Böyle olmasa, Demokrasi, bizi bin yıla varan geleneklerimizin dışına düşürürdü. Bizim yapacağımız iş, işte bu manevi seçimi, maddi seçim haline getirmektir. Türkiye’de koruyucu devlet (Hakim devlet) vasfına dokunulmadan halkın yönetime katılmasını sağlamak lazımdır. Halkın yönetime katılması dürüst bir seçim sistemi ile kurulabilir.” (T. Demirel, Türkiye’nin Uzun On Yılı, s. 153)

Şu bir gerçek ki siyasal tarihimizin hemen bütün evrelerinde devlete atfedilen ”kutsallık”, aslında bugün de farklı biçimlerde devam etmektedir. İki binli yılların ilk çeyreğini yaşadığımız şu günlerde, devletin kutsallığına halel getirecek en küçük kıpırdanma bile “beka” kapsamı içinde değerlendirilebilmektedir.

Galiba siyasal-hukuki sistemimizdeki demokrasi eksikliğinin esas nedeni, devletin genetik kodlarında hala var olmaya devam eden “kutsal”, bir başka deyişle otoriter özellikler olsa gerektir.

YORUMLAR (30)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
30 Yorum