Koronavirüs bizi teğet geçer mi?
Çin’de başlayan ve bütün dünyaya yayılan koronavirüs salgını konusunda bütün dünya teyakkuz halinde.
Her ülke kendi imkanlarıyla tedbirler alıyor, karantina uyguluyor ve bir şekilde tehlikeyi kontrol altına almaya çalışıyor.
Kuşkusuz ülkelerin gelişmişlik düzeyleri, tıbbi alandaki başarıları felaketin kontrol altına alınmasında önemli. Ancak bu yeterli değil, bilimsel ve teknolojik alanda gelişmiş bir ülke olabilirsiniz ama eğer gerekli tedbirleri zamanında alamamışsanız fukara ülkelerin başına gelenler sizin de kaçınılmaz akıbetiniz olabilir. İtalya örneği bu konuda son derece ibret vericidir.
Meseleye Türkiye açısından baktığımızda, tehlikenin en azından şimdilik vahim boyutlarda olmadığı, alınan tedbirlerin isabetli olduğu anlaşılıyor. Ancak yine de tedbirler konusunda yeterince erken davrandığımızı söylemek biraz zor.
İlk kez Çin’de ortaya çıkan koronavirüs, Ocak ayı sonlarına doğru İtalya’da görülmeye başlandı, o günden bu yana vaka sayısı ve ölümler adeta katlanarak gidiyor. Virüsün bütün Avrupa’da yaygınlık göstermeye başladığı günlerden bu yana, Türkiye’ye iki milyona yakın insanın girdiği tahmin ediliyor.
İran sınırını biraz gecikmeyle de olsa 23 Şubat’ta kapattığımız dikkate alınırsa, salgın konusunu henüz o günlerde “tehlike sınırı”nda görmediğimiz anlaşılıyor. Ayrıca Avrupa’ya olan kapıların kapanması ise henüz yeni hayata geçirildi.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın hakkını teslim etmek lazım, daha ilk günden meseleyi ciddiyetle ele aldı ve üzerine düşeni büyük ölçüde yaptı. Eğer tehlike bütün devlet katında aynı “aciliyet” anlayışıyla değerlendirilebilseydi, belki bugün içimiz daha rahat olacaktı. Ama her şeye rağmen, şimdilik iyi gidiyoruz.
Maalesef toplumsal reflekslerimiz, olağanüstü şartların zorunlu kıldığı tedbirler konusunda biraz yavaş işliyor. Bu yüzden de kalabalık mekanlardan uzak durma konusunda gerekli hassasiyeti gösteremiyoruz. Sanki normal zamanlardaymışız gibi düğün, nişan, sünnet merasimlerine iştirak etme alışkanlıklarımızdan bir türlü vazgeçemiyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığı geçen hafta “karantina bölgelerinde yaşayan veya risk grubunda yer alan vatandaşlar cuma namazına gitmeyebilirler” şeklinde açıklama yapıyor, ama aynı hafta Başkan televizyonların da canlı olarak yayınladığı bir Cuma hutbesi irad ediyor. Keşke o gün Diyanet İşleri Başkanı çıkıp, “Ciddi bir riskle karşı karşıyayız, ben bugün Cuma’ya katılmıyorum, geçici bir süre için namazlarımızı evlerimizde kılalım” şeklinde bir açıklama yapabilseydi.
Nitekim Başkan Ali Erbaş, bir haftalık bir gecikmeyle de olsa önceki gün tehlikeye dikkat çeken net bir açıklama yaptı: “Salgın nedeniyle cemaatle birlikte namaz kılmanın tehlikesi görülmektedir. Dinimiz, insan sağlığına her zaman önem vermektedir. Yeni tip koronavirüsün yayılma tehlikesi ortadan kalkıncaya kadar, cuma namazı başta olmak üzere cami ve mescitlerde cemaatle namaz kılınmasına ara verilmesine karar verilmiştir.”
Mesele bu kadar açık ve net... Zaten akıl ve bilim de, böylesine büyük tehlike arzeden salgın hastalıklar konusunda uzmanların ve sağlık otoritelerinin tavsiyelerine uymayı gerektiriyor.
Açıkçası çağın vebası konusunda hangi noktadayız bilmiyoruz. İyimser yaklaşım içinde olanlar, bu krizin bizi “teğet geçeceği”ne inanıyorlar. İnşallah öyle olur, ama insanların zihninde tedbirler konusunda geç kalındığı gibi bir kanaat var... Zira İtalya’da yaşananlar, kelimenin tam anlamıyla ürkütücü.
300 İtalyan doktorun yaptığı açıklama, tehlikenin ne kadar ciddi olduğunun anlaşılması açısından hepimizin kulağına küpe olmalı: “8 günlük gecikmenin bedelini ödüyor İtalya. Virüs son hızda yayılıyor. 2.4 günde bulaştığı kişi sayısı ikiye katlanıyor. Geometrik hızla büyüyor. 2 – 4- 8 – 16 – 32 gibi.”