Keşke kendi Ortaçağımızdan biraz ayrılabilsek...
Tarihin en eski çağlarından bu yana kurulan büyük medeniyetlere, güçlü devletlere baktığımızda onları güçlü kılan, tarih sahnesinde bir değer ifade etmelerine yol açan sadece yer altı ve yer üstü zenginlikleri değil, aynı zamanda fikri ve kültürel alandaki zenginlikleri olduğunu görürüz.
Eğer dünya çapında bir değer ifade eden bilim ve kültür insanları, büyük şairler, romancılar, müzisyenler, ressamlar, mimarlar, heykeltraşlar, sinemacılar yetiştirememişseniz güçlü bir refah toplumu da oluşturamazsınız. Güçlü ve herkesin kendini güvende hissedeceği bir devletin oluşabilmesi için ise, akla-bilime değer veren bir zihniyet yapılanmasına ve de fikirlerin özgürce ifade edildiği yaratıcı bir iklime ihtiyaç bulunmaktadır.
Denebilir ki Suudi Arabistan’ın büyük müzisyenleri de, sinemacıları da, bilim insanları da yok, ama petrolleri ve dolarları var. Evet doğrudur, petrodolarları var, ama bu diktatöryal krallık ülkesinde özgürlük olmadığı için insanları mutlu değiller, fırsat bulabilirlerce özgür dünyaya gidip nefes almaya çalışıyorlar.
Elbette Türkiye’yi diktatöryal ülkelerle kıyaslayacak halimiz yok. Ancak bir gerçeğin altını da çizmek gerekiyor. Mesela müzik açısından baktığımızda; maalesef Türkiye son yıllarda tam bir fukaralık yaşıyor. Neyse ki sayıları az da olsa keman virtüözümüz Suna Kan ve piyanoda Fazıl Say, Güher & Süher Pekinel, Gülsin Onay, Hüsiyen Sermet ve İdil Biret gibi değerlerimiz yüzümüzü ağartmaya devam ediyorlar.
Biliyorum ki birileri “Bunlar klasik Batı müziği alanındaki sanatçılarımız, peki bu ülkede Türk musikisini yok mu sayacağız, Dede Efendilere, Hacı Arif Beylere, Tatyos Efendilere, Münir Nurettinlere yolunuz uğramaz mı sizin hiç?”
İşte esas mesele bu... Peki günümüzün insanları neden Dede Efendi’yi, Hacı Arif Bey’i dinlemiyor dersiniz?
Çünkü onları bugüne taşıyacak, çağdaş müziğin enstrümanlarıyla günümüze taşıyacak sanat insanlarından mahrumuz. Kimse Türk musikisinin ruh ve kültürel iklimini zenginleştirerek, gerekirse yeniden yaratarak bugüne taşıma zahmetine katlanmıyor. Bırakın Dede Efendi’yi bu ülkede 20-30 yıl önce üretilen Türk sanat müziği ayarında yeni şarkılar bile üretilmiyor.
Şunu biliyoruz, devletin artık kültür ve sanat diye bir derdi yok, onlar bol bol hamaset üreterek seçmenlerini motive etmenin derdindeler... Ama ne yazık ki sivil alanda da böyle bir çalışma yapmaya kimsenin niyeti yok.
Ama başarılı olduğumuz bir alan var, eğer klasik Batı müziği, caz ya da rock dinliyorsanız siz Batı hayranı ve müstemlekeci bir anlayışa sahipsiniz. İşin tuhaf tarafı bu tür suçlamaları yapanların hiçbirisinin hayatında bir gün olsun Dede Efendi yer almamıştır. Çünkü çok sesli bir dünyada yaşıyoruz ve doğal olarak o müzik artık ona hitap etmiyor.
İşte tam da bu zaviyeden bakarak söylemek gerekiyor ki; artık biraz olsun kendi Ortaçağımızdan ayrılmaya cesaret ederek hem evrensel müziğe kapılarımızı açmak, hem de klasik Türk musikisini bugünlere taşıyacak yaratıcı müzik insanları yetiştirmemiz gerekiyor.
2020, Müzik tarihinde Haydn-Mozart’ın Klasik Dönem’ini bir sonraki Romantik Dönem’e bağlayan bir deha olarak tanımlanan Beethoven’in 250. Doğum yılı... Bugün bütün dünyada gençler dahil her yaş grubundan insanlar Beethoven dinliyor, özellikle de 9. Senfoni’yi coşkuyla... Bizim neden dünya çapında büyük müzisyenlerimizin olmadığını oturup düşünmekte yarar var...
Sevgiye ve kardeşliğe ses veren 9. Senfoni’den kısa bir bölüm:
/Törelerin ayırdıkları,
Senin sihrinle birleşir...
Yumuşak kanadının uçtuğu yerlerde,
Gökyüzünün ışıltılı evreninde
Uçuşan güneşler gibi
Yolunuzda neşeyle koşun kardeşler!
Zafere koşan bir kahraman neşesiyle...
Kucaklaşın ey milyonlar!
Bu öpüş tüm dünyanındır.
Kardeşler, yıldızlı göğün üzerinde
Sevgili bir baba vardır./
(‘Ludwig van Beethoven’,
Boyut Yayınları albümü)