İlk düğme yanlış iliklenince sonuç hep böyle oluyor
Muhtemelen cumhurbaşkanı önümüzdeki yıllarda bu sistemin başka arızalarından da şikayetçi olacaktır ama henüz o noktada değiliz. Zira bu sistem bir başkanlık sistemi değil, parlamenter sistem hiç değil. En bariz özelliği, büyük yetkilerle donatılan tepedeki tek kişinin kafasına göre takıldığı garip bir sistem olması…
Maalesef 2017 yılındaki anayasa değişikliği referandumuyla hayata geçirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ilk düğme yanlış iliklendiği için, Türkiye ekonomiden hukuka, dış politikadan eğitime kadar her alanda savrulmaya ve de kaybetmeye devam ediyor.
Çünkü başkanlık sisteminden bozma bu alaturka modelde, her ne kadar şeklen ‘kuvvetler ayrılığı’ varmış gibi gözükse de fiiliyatta kelimenin tam anlamıyla ‘kuvvetler birliği’ hükmünü icra ediyor. Yargının üzerinde yoğun bir siyaset gölgesi var, bu yüzden de yargı bağımsız kararlar veremiyor.
Kabul etmek gerekiyor ki fiilen hukuk devletinin işlemediği bir ülkenin dünyada bir saygınlığının olması, özellikle bölgemizin gidişatına ilişkin sözlerinin itibar görmesi mümkün değildir. Mesela İsrail’in yeni Hitler’i Netanyahu’nun Gazze’deki katliamlarıyla ilgili Türkiye hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan çok esaslı eleştirilerde bulunuyor ama Amerika dahil, Avrupa’nın umurunda bile değil.
Hemen belirtelim, milletin oylarıyla seçilmiş milletvekilini parlamentoya getiremeyen, yani millet iradesini hapiste tutan bir Türkiye kime ne söyleyebilir ki söylese bile kim dinler ki…
Kuşkusuz adaletteki bu itibar kaybı, özellikle ekonomide dış politikada yarattığı olumsuz sonuçlarıyla birlikte bize geri dönüyor.
Ve doğal olarak Mehmet Şimşek’in yoğun gayretlerine rağmen, ekonomideki çöküşü durduramıyoruz. Aynı şekilde dış politikada öylesine zikzaklar çizdik, o kadar çok ülkeye parmak salladık ki Hakan Fidan’ın düzgün diplomatik dili bile ilişkilerimizi tamir etmede yetersiz kalıyor.
Bunun en önemli göstergesi, ağırlık noktasını “Eurofighter” alımının oluşturduğu Almanya ziyaretidir. Anlaşılan o ki Almanya bu konuda pek istekli değil… Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan dönüş yolunda Almanya başbakanı Olaf Scholz’un suskunluğundan hareketle, uçaklar konusunda umutlu olmadığının altını çiziyor: “Eurofighter’ı veririz vermeyiz noktasında yorum yapmadı. Biz zaten cevabımızı açık bir şekilde verdik. Bu uçakları bize verirlerse verirler, vermezlerse çalacağımız kapı mı yok? Çok. İşte biliyorsunuz hava savunma sistemlerinde S400'den önce hangi adımlar atıldı? Amerika vermesi gereken hava savunma sistemlerini vermedi, biz de Rusya’dan S400 aldık. Şu anda S400’lerimiz var. Çok daha güçlü bir şekilde yola inşallah devam edeceğiz.”
Bugün geldiğimiz nokta itibariyle, hava savunma sistemimiz için savaş uçaklarına ihtiyacımız var, aksi taktirde sıkıntı yaşayabiliriz. Ancak göründüğü kadarıyla Amerika F-16’lar konusunda ayak sürüyor, Avrupa ise bize uçak satma konusunda biraz mesafeli.
Cumhurbaşkanının da belirttiği gibi, galiba sonunda Putin’inden 2,5 milyar dolara aldığımız S-400’lerle baş başa kalacağız. NATO üyesi olmamız hasebiyle kullanamayacağımız için bu gidişle S-400’ler de hangarlarda beklemeye devam edecek demektir.
Kısacası gerek ekonomide, gerek hukukta, gerekse dış politikada hiç de iç açıcı bir tablo gözükmüyor. Kuşkusuz bütün bunlar bir umutsuzluk göstergesi de değil, olmamalı da. Dolayısıyla Türkiye gibi büyük bir ülke, eğer isterse bu negatif tabloyu rahatlıkla pozitife çevirebilir.
İşte tam da bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 50+1 üzerinden alaturka sistem eleştirisini önemsiyorum, tartışılmasında yarar olduğu kanaatindeyim. Zira iktidar bunu gerçekleştirmek için muhalefetle bir uzlaşma arayışına girebilir. Eğer bir adım atılabilirse, belki de bu ucube sistemden kurtulup ‘kuvvetler ayrılığı’nı esas alan demokratik bir hukuk devletine kavuşma imkanını yakalayabiliriz… Hemen itiraz etmeyin, umut fakirin ekmeği…