Hukuk, özgürlük gibi kavramlar dindarların neden umurunda olsun ki...
Başlığın nasıl bir dünyayı tarif ettiğini daha iyi anlayabilmek için yazıya, yaşanmış somut bir örnekle başlamak istiyorum. Geçen hafta Bursa’da bir mevlit merasimine iştirak ettim. Muhteşem sesli hafızlar Kur’an’dan ayetler, ilahiler ve Süleyman Çelebi’nin mevlidinden örnekler sundular. Herkes gibi ben de müzikalitesi yüksek, huşu içinde bir zaman geçirdim. Mevlidin dua faslında hafız efendi, vatan-millet noktasında da cemaati mest eden sözler söyledi. Öyle bir an oldu ki, bir anda duanın tam ortasında “Ülkemizde ezanlar ebediyyen susmayacak” cümlesi biterken dua eden hafız makamla ezan okumaya başladı, ama ezanı bitirmeden tekrar duaya döndü. Anladım ki bu atraksiyon cemaatin zihin dünyasını bu dünyadan kopartarak başka bir aleme götürmek ve biraz da coşturmak için yapılıyor. Camiden çıkan insanların gözlerindeki uhrevi yolculuk sevincini görünce gayri ihtiyari dedim ki; işte dindarlarımız ve bu dünya onları hiç ilgilendirmiyor...
Yaşadığımız modern zamanlarda Müslümanların zihninde din-dünya ilişkisi adeta kategorik bir ayrıma tabi tutulduğu için sanki İslam bu dünyayı değil, daha çok ahiretin tanzimi konusunda ilkeler sunan bir din gibi algılanmaktadır.
Bir bakıma dini dünyadan soyutlayan bu kategorik zihin yapısı, dindarları ikili bir hayat tarzına mahkum etmiştir. Zira Müslümanların hayatını dini-dünyevi olarak iki ana eksende değerlendiren bu anlayış, dindarların zihnini İslam’ın evrensel değerlerine kapatmaktadır.
Doğal olarak bir taraftan görsel dindarlığın cazibesine kapılan Müslümanlar, bir taraftan da her vesileyle kötücülleştirdikleri ‘örtülü’ bir dünyevileşmeye savrulmaktadırlar. Yani itikatta dindar, amelde seküler...
Maalesef bu iki dünyalı yapı, günümüzde yeni bir dindarlık anlayışını ortaya çıkarmış bulunuyor. Bu yeni dindar tipolojisi yüzyıllar içinde oluşmuş bulunan geleneksel İslam kültür mirasına sıkı sıkıya bağlı, menkıbelerle şekillenen dini yapı konusunda hassas, hatta yer yer hurafelere tutunan bir görüntü sergilemektedir. Dahası, dünyasal anlamda kişisel ilişkilerini fetvalarla yoluna koyarak alabildiğine seküler davranmakta bir beis görmemektedir.
Ancak aynı dindar kesimler, İslam’ın evrensel ilkeleri arasında yer alan temel insan hakları, özgürlükler, adaletin sağlanması, şeffaflık ve liyakat gibi konularda hassasiyet göstermeyi dini bir vecibe olarak görmemektedirler.
Kabul etmek gerekiyor ki şekil ve kalıplara indirgenen bu ‘görsel dindarlık’ anlayışı, dinin asıllarını ve özünü feda etmekten çekinmemektedir. Dolayısıyla hayatında dinle dünyayı ayrı kompartımanlara yerleştiren ve ikisi arasında adeta kişilik parçalanması yaşayan görsel dindarların dünyası, dünyadaki değişimlere, yeni yorumlara da kapalıdır.
Zihinde din-dünya dengesinin kurulamayışının Müslümanların kişiliklerini parçaladığına dikkat çeken Bardakoğlu Hoca’nın şu tespiti son derece düşündürücü: “Daha açıkçası, bu yolun sonunda sıkıştığı zaman bir diğerine kaçan, ele avuca gelmez,, güvenilmez ve ertesi günün sabahı kalktığında ne yapacağı belli olmaz bir insan tipi ortaya çıktı. Madem İslam’ı anlamaktan söz ediyoruz, böyle farklı meşruiyet ölçüleri ve ilave çıkış kapıları olan bir dini anlayış, çevresine ve dünyaya ne kadar güven verebilir? Bu tür anlayış yaygınlaştıkça mümin-müşrik herkesin güvenilir olarak gördüğü ve Muhammedü’l Emin olarak adlandırdığı Hz. Peygamber’in ümmeti ne kadar güven ve huzur içinde olabilir?” (İslam’ı Doğru Anlıyor muyuz?, s.128)
Taktir edilecektir ki, bu güvenilmez ve İslam’ın asıllarıyla bağı zayıflamış olan görsel dindarların dünyaya söyleyeceği bir söz olamaz. Oysa dindarlar için esas önemli olması gereken, dinin ahlaki ve insani anlamda rehberliğidir, yönlendirmesidir. Bunun da en bariz göstergesi hakka-hukuka riayettir, hukukun üstünlüğüdür.
Eğer geleneksel kültürümüzden devraldığımız mirasımızı kutsallaştırıp dinin özünü kaybetmeseydik, belki de bugün özgürlüklerin, hakkın-hukukun teminat altına alındığı en ehven sistem olan demokrasiyi şeytanlaştırmak yerine, demokrasiyi daha da zenginleştirecek katkıları biz yapıyor olacaktık. Ancak ne yazık ki sakalın boyu, cübbenin rengiyle uğraşmaktan, dinin yaşanabilir bir dünya kurma konusundaki evrensel mesajını okumaya bir türlü fırsat bulamadık.