Dinin, bütün zamanlar için geçerli yönetim modeli olur mu?

Genellikle Müslüman dünyada hakim olan görüş, bir din olarak İslam’ın bütün zamanlar için geçerli siyasal, ekonomik ve fıkıhtan kaynaklanan hukuki bir sistem olduğu yönündedir. Ve bunun doğal sonucu olarak da devlet, İslam’ın hükümlerini uygulamakla yükümlüdür. Her şeyden önce bu yaklaşım tarzı İslam’ın hakikati ve Müslüman toplumların yaşadığı gerçeklikle örtüşmemektedir. Elbette dinin temel doğruları vardır ve bize ahlaki bir perspektif sunar. Ama din ekonomiden uluslararası ilişkilere, teknolojiden hukuk literatüründeki gelişmelere kadar ayrıntılandırılmış bir devlet yönetimi konusunda “paket program” sunmaz.

Çünkü ilk dönem Müslümanları, yaşadıkları çağın site devleti şartlarında İslam’ın sunduğu genel perspektif içinde bir toplumsal hayat inşa etmişlerdi. O günün şartlarında fıkıh bireylerin hükümlerini belirliyor, yöneticiler de bu hükümleri uygulayarak toplumsal düzeni tesis etmiş oluyorlardı. Bunun sonucu olarak da hukuki, siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal kurumlar ortaya çıkmıştı.

Ancak hemen belirtmek gerekiyor ki site devleti şartlarında oluşan bu yapı, bütün zamanlar için geçerli olan bir sistem değil, Müslümanların yaşadıkları çağın şartları içinde ortaya çıkan problemler konusunda ürettikleri çözümlerdir.

Oysa biliyoruz ki modern zamanlarda ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar, bilime, teknolojiye dayalı yeni kalkınma modelleri bazı kavramların yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmaktadır. Çok doğaldır ki Müslümanlar, modern çağda karşılaştıkları problemlere bilimsel ve teknolojik gelişmeler, hukuk literatüründeki zengin birikimler, siyaset felsefesi ve sosyal bilimlerin yardımıyla yeni çözümler üretmek durumundadırlar. Kabul edelim ki bugün dünyadaki bütün toplumlar gibi Müslümanlar da, bilimsel gelişmelerin sağladığı kalkınma modellerini kabul etmiş bulunmaktadırlar.

Dolayısıyla sürdürülebilir bir refah toplumu oluşturabilmek için uzun vadeli planlama ve programlara ihtiyaç olduğu kadar, fikirlerin ve sermayenin serbest dolaşımını esas alan demokratik bir sisteme ihtiyaç bulunmaktadır.

Her ne kadar günümüzde demokrasi, Batı toplumlarında da bir itibar kaybı yaşıyor olsa da özü itibariyle toplumdaki bütün fikirlerin ve herkesin siyasi katılım hakkının teminatıdır. Zira işleyen bir demokrasi aynı zamanda kuvvetler ayrılığını, denge-denetlemeyi vazgeçilmez enstrümanlar olarak kabul etmektedir. Elbette sadece bu da yeterli değil, siyasi partiler arasındaki rekabet ve her zaman yönetim erkini denetleme kabiliyeti bulunan sivil toplum oluşumları gücün belli bir kesimin elinde toplanmasını engellemek açısından hayati bir öneme sahiptirler.

Demokratik toplumlardaki kimi uygulamalarda siyasilerin eğilim ve arzuları belli zaaf noktaları oluştursa da, günümüzde en adil yönetim biçimi demokrasidir. Çünkü diğer rejimlere göre, şeffaf ve denetlenebilir mekanizmalara sahip olan tek sistemdir.

Dolayısıyla demokratik yönetim şeklinde yasama ve yürütme mevkiinde olanlar, eleştirinin keskin kılıcını her zaman üzerlerinde hissederler. Bu sayede yönetim erki icraatları konusunda hem yasal, hem de toplumsal zeminde hesap vermek zorundadır. Unutmayalım, halkın oyuyla seçilmiş siyasi meşruiyete sahip iktidarlar ancak icraatlarının adalete uygun olduğunu savunabilirler. Ve en önemlisi de bu tür şeffaf ve hesap verebilir yönetimler, dindarlar dahil kimseyi dışlama hakkına sahip değildir.

Hemen belirtelim, farklı inanç ve kimliklere sahip herkes kendi zaviyesinden iktidarları eleştirebilir, ama hükümetlerin siyasi ve iktisadi faaliyetleri konusunda dini reçete sunamaz. Çünkü iktidarlar yaşadıkları çağın şartlarını dikkate alarak, siyasetin, ekonominin, uluslararası ilişkilerin doğasına uygun olarak planlar ve programlar yapmak durumundadırlar. Kısacası, Müslüman toplumların belli dönemlerdeki problemleri konusunda çözümler üreten geleneksel fıkıh kurallarını aynen günümüze aktararak modern çağın sorunlarına çözüm üretmek mümkün değildir.

Muhammed Müctehid Sebüşteri bu konuda şöyle bir tespitte bulunuyor: “Fıkhi helal ve haramlar modern toplumsal yaşamın ancak küçük bir kısmında söz konusu edilebilir. Fıkıh ilmi ne bu sosyal ve siyasi olguları analiz etme gücüne, ne de planlar hazırlayarak onu belirlenmiş hedefler doğrultusunda değiştirme potansiyeline sahiptir.” (Resmi Dini Söylemin Eleştirisi, s.23)

YORUMLAR (103)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
103 Yorum