Demokrasi için Asr-ı Saadet’e gitmek gerekli mi?
Çağdaş dünyanın Müslümanlarının demokrasi konusundaki negatif bakışının, büyük ölçüde günümüz şartlarında İslam’ı değerlendirme ve yorumlamalarından kaynaklandığını görmek gerekiyor. Zira bugünün dünyasında yaşayan Müslümanların zihin dünyalarındaki İslam algısı, Asr-ı Saadet döneminin hiçbir yoruma tabi tutulmadan aynen bugün de yaşanması gerektiği inancına dayanmaktadır.
Oysa artık Asr-ı Saadet döneminde yaşamıyoruz. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in çağımızdaki anlamıyla sosyal ve siyasal olaylar konusunda mesajlar verdiği beklentisi imkansız bir şeyin beklentisidir. Çünkü bugünün dünyasındaki insan hakları ve özgürlük gibi demokratik kavramlar dini bir niteliğe sahip değildir. Doğal olarak dini olmayan şeyleri açıklamak nübüvvetin özelliklerinden biri değildir. Aynı zamanda Nübüvvetin özelliği dini olmayan şeyleri de bildirmesi değildir. Bilakis ahlaken alçalmış insanın yaşamına nübüvvetin maneviyat ruhu aşılamasıdır. Bu şekilde, mümkün olan tek seçeneğimiz, üçüncü varsayımı kabul etmek ve İslam peygamberi dini ve siyasi özgürlüklerin bulunmadığı Hicaz’ın on dört asır önceki kültürel şartlarında tevhidi davetine insanları çağırmıştır, demek daha doğrudur. (Muhammed Müctehid Sebüşteri, Resmi Dini Söylemin eleştirisi, s. 276)
Elbette Hz. Peygamber insanlara, hakka-hukuka riayet edilmesini, adaletin tesisini, bireyin özgürlüğünün korunmasını ve zulmün önlenmesini emreden Kur’ani mesajı iletmiştir. Zaten her çağda yaşanılır bir dünya kurabilmek için bu evrensel mesajın temel ilkelerine ihtiyaç bulunmaktadır. Dolayısıyla İslam, çağdaş dünyada Müslümanların insan haklarına dayalı demokratik bir sistem kurmalarına mani değildir.
Meseleye insan haklarına dayalı bir yönetim temelinde baktığımızda, esas olanın insanların hak ve özgürlüklerine ne ölçüde riayet edildiğidir. Ancak buradan hareketle, günümüzdeki bazı İslamcı yaklaşımlarda olduğu gibi insan haklarına dayalı çağdaş demokratik bir sistemin zaten Kur’an ve Sünnette de var olduğu şeklindeki bir teze yaslanmak istenilen sonucu üretmeyecektir.
İslam’ın kapsamlı bir dindarlık anlayışını talep ettiğini dikkate aldığımızda, çağımızda özgürlük ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistem inşa etmeden ahlaki meziyetleri ön planda tutan bir toplum oluşturmanın mümkün olmadığını görmek gerekiyor. Ortalama bir insanın Müslümanca yaşayabilmesi için ihtiyaç duyduğu özgürlük imkanlarının, totaliter ve diktatöryal rejimlerde mi, yoksa demokratik sistemlerde mi daha mümkün olduğuna bakmak bile meselenin anlaşılması için yeterli olacaktır.
Çünkü biliyoruz ki, totaliter ve diktatöryal eğilimi olan siyasi sistemlerin insan haklarıyla arası iyi değildir. Bu yüzden de bu sistemlerde insanın sahip olduğu iki temel hak olarak dini ve siyasi özgürlüklerden bahsedilemez. Ama demokrasiyle idare edilen demokratik sistemlerde insan hakları, özellikle de dini ve siyasi özgürlükler bütün uygulamaların esası olarak kabul edilir. (Resmi Dini Söylemin Eleştirisi, s. 281)
Hal böyleyken, çağdaş Müslüman dünyanın insanlarının özgürlük ve insan hakları problemlerinin çözümü için İslam’ın ilk dönem uygulamalarını aynen bugüne taşımak rasyonel bir yöntem değildir. Çünkü o günün siyasi, sosyal ve kültürel şartlarındaki uygulamalar, tarihin bir başka döneminin siyasal ve kültürel şartlarıyla oluşan devlet ve toplumlarda yaşayan insanların nasıl bir özgürlük ortamı oluşturacaklarına cevap verebilmesi mümkün değildir.
Klasik İslam siyaset kültürünün geçmiş dönemlerdeki uygulamalarına dayanarak oluşturacağımız yönetim modelinin adını ister “İslam devleti”, ister “Şeriat düzeni”, isterse meşruti yönetim koyalım; eğer yaşadığımız çağın şartlarını dikkate alarak hakka-hukuka ve hakkaniyete dayalı bir sistem inşa edemezsek, yaşanılır bir dünya kurmamız asla mümkün değildir. Bilelim ki bu tür bir zihniyet yapısıyla sadece totaliter rejimler üretebiliriz...