Bugün ve yarın çocuklar hiç ağlamasın
Niye bu kadar çaresizlik ve keder çökmüş bu şehrin çocuklarının gözlerine? Şarkıların, ölümlerin, aşkların ve acıların bedeli bu kadar yüksek olmasa olmaz mı...
Bir hayatın “hiçbir şey” olduğuna inandığımız için mi ölmeye ve öldürmeye gidenleri selamlıyoruz durmadan?
Aşkın acıya değecek kadar kutsal olduğuna inanmazsak, nasıl bakarız ki çocukların gözlerine...
Bir gece yarısında rüyalarımızdan uyanıp derin bir hasretle yağmurun ellerine sığınmazsak, çocuklar nasıl inanır ki bayram şekerlerine...
Ruhumuzun geniş bahçelerinde sevincin çiçekleriyle buluşamazsak, kırmızının, yeşilin, mavinin, morun, pembenin en çok çocuklara yakıştığını nasıl bilebiliriz ki...
Kimse, her gün, her gece gözlerinde güleryüzlü hüzünler yükselen anneleri duymazsa nasıl bakarız ki kalbimizin yüzüne...
Peki ama neden celladımıza bu kadar hayranız?
Belki de, kimse “iyi bir perşembe” istemiyor.
Çünkü her gün yeni korkular sızıyor uykularımıza.. Eğer geceler boyu içine ağlayan bütün kimsesizleri duymazsak nasıl inanırız ki kalbimize...
Böyle bayram olur mu, yüreklerimiz neden titremiyor? Üstelik, sarışın başladığımız bütün aşklar esmer bitiyor.
Sanki yanlış bir şehrin gözlerinde kalmış gibiyiz. Peki bu şehir benim neyim oluyor ya da bu şehrin gözleri kaç karanfil ediyor.. Ne yapsak, nereye kaçsak gözlerimize çöken karanlıktan kurtulamıyoruz. Çünkü, kimse kimseyi anlamıyor, bir yağmur boşluğunda martılara bile ihanet ediyor insanlar...
Bu yüzden, vuruyorlar düşünenleri, kendi sesimizi terkedişimiz hep bu yüzden...
Bu yüzden, güller telaşla açıyor, bu yüzden giderek mevsimlere yabancılaşıyoruz.
Bu yüzden, ağustostaki yalnızlığımızdan bile emin değiliz, her yer çığlık, her yer hüzün...
***
Her gün şehirlerin kırık dökük aynalarında biriken bu kadar çok kedere kim dayanabilir, kim teselli bulur veda eden yaz gecelerinin şarkılarına...
Şehirlerin ateşi yükseldikçe, zaman, mevsimler, iklimler kuraklaşıp çoraklaştıkça her gün baharı ve yağmuru özlüyoruz. Ama çaresi yok, ne yağmurlar, ne ağıtlar dindiriyor yasımızı.
Ve her seferinde, karlı dağların ardından gelen Yunus’’un dizelerinde karşılıyor bizi hüzün...
/Taştın yine deli gönül
Sular gibi çağlar mısın
Aktın yine kanlı yaşım
Yollarımı bağlar mısın
Nidem elim ermez yâre
Bulunmaz derdime çare
Oldum ilimden avare
Beni bunda eğler misin
Karlı dağların ardında
salkım salkım olan bulut
saçın çözüp benim için
yaşın yaşın ağlar mısın?/