Boş işlerle uğraşmak kaderimiz olabilir mi?
Zaman zaman insan düşünmeden edemiyor... Acaba tarihin bize biçtiği rol, sürekli kendi içimize kapanarak enerjimizi boş işlere harcamak olabilir mi?
Hiç sanmıyorum. Çünkü insanoğlu zihinsel ve düşünsel planda sürekli tekamül eden bir varlıktır.
Öyle anlaşılıyor ki tarihin değil ama, bizim kendimize biçtiğimiz rol bilime ve tarihsel tecrübeye meydan okuyan bir zihniyet sapmasına dayanmaktadır.
Sadece Cumhuriyet döneminden bu yana yaşanan tecrübelere baktığımızda bile akla, bilime dayalı teknolojik, kültürel ve sanatsal alanlarda yeni eserler ve üretimler ortaya koymak yerine, ideolojik ve dini argümanlar üzerinden sürekli çatışma alanları üreten ve neredeyse her şeyi bu anlayış üzerinden tarif eden bir fotoğrafla karşı karşıya kalırız.
Esasen hakkaniyetle baktığımızda Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte yeni bir umut ve heyecan oluşmuştu. Ancak Doğulu bir toplum olmaktan kaynaklanan zihniyet sorunu yüzünden, Cumhuriyet’i insanları ‘adam etme’ye ayarlı tepeden inmeci bir sistem olarak değerlendirdiğimiz için toplumun heyecanı istenilen ölçüde gelişme yönünde kanalize edilememiştir.
Çok partili hayata geçiş tarihi bir adımdır, ama CHP ve Demokrat parti arasındaki siyasi mücadele giderek karşılıklı ‘ihanet’ suçlamalarının yarattığı boğucu atmosfer, ülkenin ekonomik ve demokratik anlamda gelişmesini yavaşlatan bir sürece dönüşmüştür.
Nitekim 1960 darbesi, emekleme dönemindeki demokrasiyi yerle bir etmiştir. Ne yazık ki bu darbeci gelenek her on yılda bir bütün kazanımları biçtiği için, her şeye sıfırdan başlamak zorunda kalınmıştır.
Başımıza gelenler sadece bunlarla sınırlı değil elbette. Yıllarca “ilerici-gerici” tartışmalarıyla zaman kaybedilmiş, İslamcılara, Kürtlere, Alevilere vebalı muamelesi yapılmış, aradaki boş zamanlar da heba edilmemiş “komünistler Moskova’ya” sloganları atılmıştır...
Sonra devran değişmiş, artık demokrasi treni tam rayına giriyor derken bu kez de memleketin demokrasi hafızasına FETÖ illeti tarafından silah çekilmiştir. Sonunda milletin demokrasi şuuru bu belayı da defetmeyi bilmiştir.
Ama gelin görün ki demokrasi treni hala gerçek anlamda rayına oturtulabilmiş değil. Geçmişte yaşanan tecrübeler hala hafızalarımızda canlılığını korurken, eski hastalıklarımız yeniden nüksetmiş, bu kez de yine “vatanseverler” ve “hainler” sloganlarıyla kutuplaşma ve gerilim üretmeye devam ediyoruz.
Oysa şu anda Türkiye pandemi süreciyle birlikte daha da derinleşen ciddi bir ekonomik kriz yaşıyor. Finansal kaynakları tükendiği için, salgın döneminde işlerini kaybeden, dükkanını, işyerini açamayan vatandaşlarının derdine çare olacak ekonomi paketleri açıklayamıyor.
Yüzde 23’lere dayanan bir işsizlikle karşıyayız, ancak siyasal iktidar eline kalemi alıp işsizlik oranını düşük gösterebiliyor. Ama ne yazık ki kağıt üzerinde düşürülen rakamlar işlerini kaybedenlere, iş bulamayanlara bir şey anlatmıyor...
Bakkallarda, marketlerde, pazarlarda her gün yükselen fiyatlar vatandaşın canını yakıyor, ama iktidar enflasyonu kağıt üzerinde düşürerek ekonomide pembe hayaller kurmaya devam ediyor.
Evet elimize kalemi alıp işsizliğin azıldığını, enflasyonun düştüğünü yazarak ekonomik olarak başarıdan başarıya koştuğumuzu göstermekte son derece maharetliyiz. İktidar, denetimindeki büyük medya gücünü de kullanarak siyaseten bu hikayenin topluma pazarlanmasında da kimse elimize su dökemez.
Ancak bir tek eksiğimiz var; ne hikmetse sınırlarımızın dışına çıktığımızda bu hikayeye kimseyi inandıramıyoruz. Muhtemelen dünyaya verdiğimiz bu fotoğraf yüzünden olmalı ki, Avrupa ülkeleri Türkiye’ye gelecek turistlere henüz yeşil ışık yakmış değil. Mesela Almanya’nın, İngiltere’nin ve Fransa’nın Türkiye’ye seyahat yasağını kaldırmaması düşündürücü... Alman basınında yer alan haberlere göre, Almanya ilk etapta 6 bin tatilciyi İspanya’nın Mayorka adasına ve başka iki adaya daha gönderecek. İspanya ki ölüm oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden birisi... Bu arada İspanya’nın salgınla ilgili ölüm sayısında sıfır noktasını yakaladığını da belirtmek gerekiyor. Öyle anlaşılıyor ki, biz hikayemizi düzgün yazmadığımız sürece başkalarının bize inanması hiç kolay olmayacak.