Biz dindarlığı gösteri olarak yaşamayı severiz

Ayasofya’nın açılması sonrasında yapılan yorumları, yazıları ve toplumda yaşananları görünce, dindar kesimlerle ilgili kanaatimin ne kadar isabetli olduğunu bir kez daha test etme imkanı bulmuş oldum.

Evet bu toplumda “görsel dindarlık”, sahici bir dindarlık bilincinden daha çok prim yapmaktadır. Bu yüzden de dinin evrensel mesajının nasıl bir dünya tasavvuru sunduğundan çok, bize toplumda nasıl bir itibar kazandıracağına itibar ederiz.

Mesela din hakkın-hukukun hakim olduğu, insan hakları temelinde adil ve yaşanabilir bir dünya kurmamızı önerir, ama biz adil bir dünyadan çok sakallı, sarıklı, cübbeli, hatta mümkünse misvaklı görsel bir dindarlığı severiz.

Mesela din liyakati esas alan, şeffaf ve hesap verilebilir bir yönetim kurmayı önerir, hırsızlığı ve yolsuzluğu lanetler, ama biz hocalarımızın icat ettiği fetvalarla yolsuzlukların arkasından dolaşarak bol bol tespih çekmeyi severiz.

Mesela Kur’an en açık ifadeyle “Hayırda yarışmamızı” (Bakara/148) emredenken, biz insanlığın hayrına olan bilimsel ve teknolojik gelişmelere imza atarak dünya ile yarışmak yerine, “Bu Batılılar Müslümanları kıskanıyor ve bizi yok etmek istiyorlar” diyerek hamasi dindarlık nutukları atmayı tercih ederiz.

Mesela din kadın ve kız çocuklarının haklarını korumayı Müslümanlara bir görev olarak yüklediği halde, biz “Bunlar emperyalist Batı’nın bizi bölmek için icat ettiği tuzaklardır” diyerek, “her şeyin çözümü İslam’da var...” gibi önü ve arkası belli olmayan afaki dindarlık gösterileri yapmayı çok severiz.

Mesela din bireyin özgürlüğünü esas alan bir ifade özgürlüğünü önerirken, biz dindarlar olarak konuşanı, yazanı eleştireni cezaevine tıkan siyasal iktidarları alkışlamayı severiz.

Mesela yıllarca “Zincirler kırılsın Ayasofya açılsın” sloganlarıyla büyüyen insanlar, açılma kararı duyulur duyulmaz Ayasofya’nın bahçesine koştular, secdeye vardılar. Kuşkusuz bundan daha doğal bir şey olamaz, çünkü onlar için hasret bitmiş ve vuslat gerçekleşmiştir.

Denebilir ki “Bunun neresi görsel dindarlık?” Elbette herkesi aynı kefede değerlendiremeyiz... Yüreğinin sesiyle ve hasretle koşanlar bu tanımlamanın dışındadır. Ama sormak gerekiyor, acaba bu insanların kaçı bugüne kadar Ayasofya’ya gidip iki rekat namaz kılmıştır? Çünkü Ayasofya’nın Hünkar mahfili 1991 yılından bu yana ibadete açık ve insanlar orada namaz kılıyorlar, müezzini var ve günde beş vakit de ezan okunuyor. Ama kabul etmek gerekiyor ki biz millet olarak namazdan çok, meselenin gösteri tarafıyla ilgileniriz.

Aslında ‘gösteri’ konusunda haksız bir kanaatin oluşmasına da izin vermemek gerekiyor. Zira genel olarak dindarımız da, sekülerimiz de, sağcımız ve solcumuz da görsellik işini fazlasıyla abartmayı sever. Bu konuda hafızamda hala tazeliğini koruyan en ibret verici olay, Afrin’dir. Hatırlayalım, Afrin harekatı başladığında Türkiye’nin neredeyse bütün kentlerinde şehit olmak için can atan gençler sokaklarda “Reis bizi Afrin’e götür” sloganlarıyla dolaşıyorlardı. Bir kaç ay sonra ‘bedelli askerlik’ yasası çıktığında gördük ki, şehit olmak için yanıp tutuşan gençlerimiz, bedelli asker olabilmek için askerlik şubelerinin önünde uzun kuyruklar oluşturmuşlar... Evet vatanımızı severiz, şehitlik de bizim için üstün bir değerdir, ama gösteri mevsiminde gösteri yapma fırsatını da kaçırmayız.

Özetle bütün bir toplum olarak, özellikle dini ve milli konularda işin gösteri boyutuna daha çok önem veriyoruz. Galiba geçmişimizden miras olarak devraldığımız görsel ve arızalı dindarlık anlayışıyla kendimizi daha iyi hissediyoruz. Çünkü geçmişte dindar-muhafazakar nesillere yol gösteren üstatlar, zihinlere hamaset dozu yüksek bir dindarlık anlayışı nakşetmişlerdi.

Önceki gün Yıldıray Oğur’un köşesinde Necip Fazıl’dan naklettiği şu cümleleri tekrar okuyunca, bugün yaşadıklarımızın hiç de şaşırtıcı olmadığını ve zihinlerimizin nasıl bir dindarlığa ayarlı olduğunu bir kez daha anlamış olduk:

“126 yıl boyunca, dışardan Batı emperyalizmasının, içerden de onların sâdık ajanları sıfatıyla kozmopolitlerin, Yahudilerin, dönmelerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi halinde; adı Türk, küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu cereyan, Ayasofya’yı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan frengili suratlar şeklinde, Türkün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu. Frenk kelimesinden gelen ‘frengi’ ismine dikkat ediniz! Veya frengî ismine dikkat ediniz. Türkün mukaddesatına frengili bir surat gibi bakan bu insanlardır ki, ‘frengi’nin ta kendisidirler ve ciğerlerine kadar frengilidirler!”

Öyle anlaşılıyor ki bugünün dindarlarının dünyası da aynı dindarlık ikliminden beslenmektedir.

Evet sonuçta zincirler kırıldı, Ayasofya açıldı... Ama dindarların zihin dünyaları hakka-hukuka, adalete, özgürlüğe, şefkate ve merhamete bir türlü açılamadı. Ve daha da acı olanı, dindarların zihinlerini yeni zincirlere mahkum etmiş olmalarıdır....

YORUMLAR (81)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
81 Yorum