‘Birliğin büyüsü’ çoğulcu demokrasiye engeldir
Gerek Batı’da, gerekse İslam dünyasındaki tartışmalarda Müslümanların bir demokrasi modeli oluşturamamasının yapısal nedenlerden kaynaklandığı, bu yüzden de çoğulculuğa dayalı bir demokrasinin inşa edilemediği ileri sürülmektedir. Ancak İslam’ın temel metinleri üzerinden farklı okumalar yapan modern dönemin İslamcı düşünürleri, İslam’ın çağlar üstü evrensel karakterinin demokrasinin Müslüman dünyada gelişmesi konusunda aşılmaz bir engel oluşturmadığı kanaatindedir.
Günümüzde Müslüman dünyanın demokrasiyle problemli ilişkilerinin temelinde, tecrübe eksikliğinin yanında sömürgeci dönemin yarattığı derin travmaların etkisi olduğu muhakkak. Buna, “itaat” kültürünün ağır ikliminde oluşan İslam siyaset geleneğinin daha çok halifelere, sultanlara endeksli otokratik yapısı da eklendiğinde Müslüman dünyada çoğulcu demokrasinin gelişmesi biraz daha zorlaşmaktadır.
Böyle bir iklimde çok doğal olarak, “Bir demokrasi inşa etme söz konusu olduğunda müstebit yönetimin yarattığı ve sürdürdüğü bir kurumlar, yapılar, fikirler ve düşünceler yokluğu kendini hissettirmektedir.” (Philippe d’Iribarne, Demokrasi Karşısında İslam, s. 85)
Her ne kadar İslam siyaset geleneğinin oluşturduğu yönetim yapılarında “otoriter rejim” karakteri baskın olsa da, Müslümanların kurduğu medeniyetlerin önemli bir bölümünde uzun yıllar kültür ve düşünce zenginliği hakim olmuştur. İslam dünyasının büyük entelektüel açılım dönemleri olmuş, zihin özgürlüğü anlamında özellikle 10. ve 11. Yüzyıllarda İslam kültürünün pırıltılı örnekleri yaratılmıştır. Ancak 10. Yüzyıldan itibaren daha baskın hale gelmeye başlayan kelamcıların yorumları, İslam toplumlarındaki düşünce özgürlüğünün önünü kapatmıştır. Özellikle 13. Yüzyıldan itibaren İbni Rüşt’ün gözden düşmesinden sonra, teokratik düşünce geleneğini hakim kılmak isteyen çevreler bizatihi düşüncenin kendisini yok etme gayreti içinde olmuşlardır.
Aslında demokrasinin sunduğu evrensel değerlerin, İslam toplumlarında kabul görmesinde bir zorluk yoktur. Eğer demokrasiden geniş anlamda adil ve halkın iyiliğine adanmış her türlü iktidar biçimini içine alan bir yapıyı anlıyorsak, sık sık örnek olarak verilen Peygamber’in, bu talebi en yüksek derecede karşılamasından ötürü, İslam’ın demokrasiye iyi gözle bakacağı açıktır. (a.g.e, s. 86)
Ancak “birliğin büyüsü” kavramı, tarihsel süreç içinde İslam toplumlarında çoğulculuğa karşı hep bir güvensizlik kaynağı olmuştur. Çünkü pratikte gerçekleşmesi mümkün olmayan “oy birliği” ve “icma” ütopyası sayesinde Müslümanlar “artık bizim de demokrasimiz var” hayaline kapılmış ve bu hayal hep hüsranla sonuçlanmıştır.
İşte tam da bu yüzden, İslam toplumlarında ne zaman ümmetin birliğine vurgu yapılmışsa iktidar, ümmetin birliği adına özgür düşünceyi denetim altına alan ve muhalefeti ezen müstebit yöneticiler tarafından gasp edilmiştir.
Unutmayalım ki, siyasi kültürün düzeyini yükseltme yönünde özgür tartışmaların olmadığı yerde, kitlelerin ulusal topluluklara bağlılığı, rejime boyun eğmeye dönüşür. ( a.g.e, s. 99, M. Arkaon’dan)
Zaten demokrasinin önemi de, tartışma özgürlüğüne sınırlamaların getirilmediği bir rejim olmasıdır. Zira beşeri iradenin nihai otoritenin denetimine tabi olduğu bir yapıda, özgür bir tartışmanın ve itirazların yapılması mümkün değildir. Sıhhatli bir demokrasinin oluşabilmesi, gerektiğinde insanın kendisi ve kendi oluşturduğu kurumları eleştirebilme kabiliyetiyle mümkündür. Ayrıca “oy birliği” coşkusuyla kitlelerin büyülendiği bir atmosferin ne tür sonuçlar üreteceğini kestirebilmek mümkün değildir. Philippe d’Iribarne, bu konuda dikkat çekici bir tespitte bulunuyor: “Eski demokrasiler, paylaşılan kesinliğin oybirliğinde yaşanan coşku anlarını tanımamış değildi. Bunun için büyük bir liderin peşinde coşkuda-veya delilikte- birleşen kitleler, uç örneğinde bir süre için Führer’lerini takip etmiş olan kitleleri görmek yeter.” (a.g.e., s. 93)