Birileri bu hikâyeyi bize izah edebilir mi?
Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediye başkanlarının görevden alınmaları sonrasında “millet iradesi”nin önemine vurgu yapanlara karşı özellikle iktidar endeksli medya tarafından başlatılan linç kampanyasını ibretle izliyoruz.
Çok doğaldır ki, demokratik hukuk devletlerinde hiçbir yargısal süreç başlatılmadan halkın oylarıyla seçilen belediye başkanları görevden alınamazlar. Dolayısıyla bu konuda hakka-hukuka, hakkaniyete işaret etmek, hukukun üstünlüğünü savunmak bir suç ve ayıp değildir. Bu demokratik tavrın “terör seviciliği” ile bir ilgisi olmadığı gibi, millet iradesini savunmayı terörle birlikte ifade etmek asla vicdanlı bir davranış değildir.
Bu linç kampanyasını görünce, hafızalarımızı tazelemek için geçtiğimiz birkaç ay içinde yaşananları yeniden hatırlamakta yarar var sanırım. Hatırlayalım, 23 Haziran’da yeniden tekrarlanan İstanbul büyükşehir seçimleri öncesindeydi. İktidar bloğu İstanbul’daki tehlikeyi görmüş ve bir arayış içine girmişti. Ve bir anda ortalığı İmralı hikayeleri kaplamıştı. İşte o günlerde Ali Kemal Özcan adındaki bir Öcalan uzmanı bulunmuş ve Cumhurbaşkanına götürülmüştü. Bu akademisyenin kendi ağzından cümleleri aynen şöyle: “Ben bu örgütü ve Öcalan’ı çalışıyorum ve bu yapıyı çok iyi biliyorum. Başkan Erdoğan’a bir ulaşsam kendisini 15 dakikada ikna edeceğimi düşünüyordum hep. 10 gün kadar önce Bülent Arınç’a ulaştım, kendisine anlattım. Sayın Arınç beni aldı ve Başkan Erdoğan’ın yanına götürdü.”
***
Hikayenin sonunu biliyoruz, İmralı’ya gidiyor ve Öcalan’dan mektup getiriyor. Aslında meselenin bu boyutu çok önemli değil, zira devlet zaman zaman terörü önleme bağlamında bu tür kişilerden yararlanabilir. Meselenin beni ve herkesi ilgilendiren boyutu şu; bu zat Haber Türk televizyonuna bağlanıyor ve aynen şunları söylüyor: “Öcalan yerli ve milli bir şahsiyettir.” Ve sunucu, “Size bu televizyonda bunları söyletmem” diyerek tepkisini ortaya koyuyor...
23 Haziran öncesinin ”yerli” ve “milli” hikayeleri bu kadarla sınırlı değil elbette... O günlerde Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan da kervana katılıyor ve TRT’de Öcalan’dan hikayeler anlatıyor.
Denebilir ki belediye başkanlarının görevden alınmasının bunlarla ne alakası var?
Şöyle bir alakası var; bilindiği gibi 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eski başbakan Ahmet Davutoğlu kayyım atamasına tepki göstermişlerdi. Mesela Abdullah Gül demişti ki: “Daha yeni seçilmiş belediye başkanlarının bu şekilde görevden alınmaları demokrasimiz için doğru olmamıştır.” Son derece demokratik bir tepki...
Kuşkusuz bu açıklamalar normaldir ama, sonrasında başlatılan itibarsızlaştırma kampanyası, Türkiye’nin nasıl bir istikamete yöneldiğini göstermesi açısından ibret verici bir durumdur.
Mesela AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal bu değerlendirmelere “Erdoğan düşmanlığı” gibi talihsiz bir tepki göstermiştir. Ve tabii, Ünal’ın açıklamasındaki, “Teröre destek çıkarak milletimizin gönlü kazanılmaz” ifadesi linç kampanyasının fitilini ateşlemiştir ki bunu akılla ve mantıkla izah etmek mümkün değildir.
Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi yayın kurumu olan TRT’ye çıkarılması sonrasında Mahir Ünal’ın hiçbir tepkisini duymadım. Bildiğim kadarıyla o meşhur(!) Öcalan uzmanı akademisyenin Öcalan’ı öven sözlerine de bir itirazı olmamıştı. Ama başkanların görevden alınmalarına demokratik tepki gösterenlere karşı son derece şahin, hiddetli ve de şiddetli...
Şimdi soru şu; millet iradesini savunanlara karşı hiddetli açıklamalar yapan arkadaşlar çıkıp son iki üç ayda yaşanan hikayelerin izahını topluma birazcık olsun izah edebilirler mi acaba?