Allen Ginsberg yaşasaydı Netanyahu için ne derdi?
Şairler, müzisyenler ve bütün sanatçılar her çağda toplumlarının öncüsü olmuşlardır. Çünkü onlar, hayatın içinde olup bitenleri, iyiliğin de kötülüğün de insanların yüreğinde nasıl bir hale tekabül ettiğini deruni bir hissedişle kavramışlar ve eserlerinde bir bakıma anlatılamayanı sanatsal anlamda yeniden yaratmışlardır.
İsrail’in Gazze’de çocukları katlettiği şu günlerde, vicdan sahibi herkesin derin bir acı yaşadığını biliyorum. İnsanlığın yaşadığı bu utanç günlerinde, içimde biriken müthiş bir isyan çığlığı var durduramıyorum. Bu yüzden de durmadan protest şiirler okuyor, isyan şarkıları dinliyorum.
Ve tabii ki Beat kuşağının önemli şairlerinden birisi olan Allen Ginsberg en baş köşeye yerleşiyor. Zweig’ın ifadesiyle protesto hareketleri “insanlığın yıldızının parladığı anlar”dır. İşte Ginsperg, insanlığın yıldızının parladığı protestoların en ön safında yer almış bir şairdir.
Ginsberg, sadece Beat edebiyatının değil, o güne kadar yazılmış tüm lirik edebiyatın en gaddar dille yazılmış ancak bir o kadar da etkileyici, gözlerimizi kimi zaman yuvalarından çıkaran, kimi zaman ise yaşlarla dolduran şiirler yazmıştır. Ginsberg zaman zaman kendine hakim olamaz ve ikide bir küfür eder, ama nasıl etmesin ki? O günlerin Amerika’sının bugünlerin dünyasından pek de bir farkı yoktur aslında. Ginsberg 50’lerin Amerika’sını bir parça daha karıştırmak adına, dostu Jack Kerouac, Burroughs, Ferlinghetti, Synder ve Bob Dylan’ı gibi isimleri bir masaya oturtmuş ve sonra hep beraber bir yolculuğa çıkmışlardır. Bu dönemin şairleri, belki de geçtiğimiz yüzyılın en popüler ve sesleri en yüksek çıkan şairleridir. Ginsberg, Dylan’la sahneye çıkıp şarkı bile söylemeyi denemiştir.
Şairin 1959’da, McCarthy’nin “Kızıl Korkusu”ndan dolayı yıllar boyu sürdürdüğü baskı politikasının hemen ardından yazdığı “Amerika” adlı şiir gerçekten de o dönemin iktidarlarına bir isyan bildirisi niteliğindedir. Vietnam Şavaşı’na karşı, savaş karşıtı platformların en mücadeleci kişilerinden biri olmuştur. Ama öte yandan, Budist inanç ve değerlere, bunun eğitimine dair uğraşlar veren bir şair konumundadır.
/Amerika her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim
17 Ocak 1956 ve iki dolar yirmi-yedi sent.
Kendi kafam bile destek değil bana.
İnsanlarla savaşı ne zaman sona erdireceğiz Amerika?
Al şu atom bombanı kıçına sok.
Kafam bozuk, Amerika, bir de sen üstüme varma,
Kafam yerine gelene dek şiir miir de yazmayacağım.
Söyle bana Amerika ne zaman melekleşeceksin sen?
Ne zaman anadan doğma olacaksın
Ne zaman bakacaksın mezarlıktan Amerika?/
………
Amerika, kitaplıkların niçin gözyaşı ile dolu?
Amerika, Hindistan'a yumurtaları ne zaman yollayacaksın?
Amerika bu senin kılı kırk yarmalarından bıktım artık.
Ne zaman süpermarket'e gidip, şu güzel gözlerim için
gerekenleri alabileceğim?
Amerika, her şeyin bir yana, eksiksiz olan bir sen varsın
bir de ben, öbür dünya değil.
Şu makinalarına da dayanasım kalmadı Amerika, bil.
Bende bir ermiş olma isteği uyandırdın.
Bu tartışmayı çözmek için bir başka yol olmalı.
Şimdi, kendisi de bir Yahudi ailenin çocuğu olan Allen Ginsperg’in ‘Amerika’ şiirini okurken, Gazze’de yaşanan insanlık dramını hatırladım ve “Acaba Ginsperg bugün yaşasaydı, Gazze’de çocukları bombalarla parçalayan Faşist Netanyahu için ne derdi” diye düşündüm.
Kim bilir belki de geçmişte Amerikan gaddarlığına karşı yazdığı ‘Amerika’ şirindeki dizelere benzer bir ifadeyle “Al Netanyahu bombalarını kıçına sok…” diye haykırırdı.
Neden olmasın ki dünyanın bütün coğrafyalarında yaşanan acıların en derinden hisseden sanatçılardır çünkü… Nitekim İsrail'in Gazze’ye saldırılarını gören Pink Floyd'un kurucularından Roger Waters vicdanının sesini dinleyerek diyor ki: "Dünya'nın en güçlü imparatorluğu (ABD) tarafından alkışlanıyor olması inanılamayacak kadar iğrenç. İsrail'in Filistinlilere nasıl davrandığını çok iyi biliyorum, biz konuşurken onlar Gazze'de soykırım yapıyor."