Ah şu dış politikadaki değerli yalnızlığımız...
Son dönemde dış politikada yaşadığımız savrulmaların en dramatik halinin Suriye özelinde yaşandığını söylemek artık bir kehanet değil. Maalesef dış politikadaki strateji eksikliğimiz, bizi Suriye’de öylesine talihsiz bir kavşak noktasına getirdi ki şu andan itibaren kalsak da, dönsek de kayıplarımızı telafi etmek hiç kolay olmayacak.
İşin başında hem uluslararası camiayı, hem de Suriye içindeki muhtemel müttefiklerimizi, mesela Kürtleri denklem dışında bıraktığımız için sonunda bütün yumurtalarımızı Putin’in sepetine koymak zorunda kaldık.
Rusya’nın planları ise ortada... Astana ve Soçi süreçleri ilk günden bu yana, Şam’dan başını uzatamayan Esad’ı Suriye’de hakim kılmak üzere düzenlenmiş bir tiyatroya dönüşmüş durumda.
Rusya destekli rejim güçlerinin askerlerimizi şehit etmesiyle bir kez daha gördük ki, Rusya Türkiye’yi Suriye denkleminden nihai olarak çıkarmak için İdlip’te son noktayı koymak üzere. AK Parti sözcüsü Ömer Çelik her ne kadar “Gözlem noktalarından çekilmeyeceğiz” dese de, durum pek parlak gözükmüyor. Zira Türkiye’nin kurduğu gözlem noktalarının önemli bir bölümü fiilen rejimin kontrolüne girmiş bulunuyor. Yani gözlem noktalarının artık gözlem yapması pek mümkün değil. Muhtemelen Şubat sonuna kadar rejim İdlip’te hakimiyeti tümden sağlamış olacak.
Ve doğal olarak rejimin hakimiyet sağladığı bütün bölgelerde biz olmayacağız. Zaten Astana’da altına imza attığımız “Suriye’nin toprak bütünlüğü” mutabakatı da Türkiye için bağlayıcı olacak.
Peki şu saatten sonra ne yapacağız?
Askerlerimizi şehit eden onur kırıcı saldırıya karşı nasıl bir strateji geliştireceğiz?
Açıkçası bu ülkede yaşayan herkes kırılan onurumuzu tamir edecek, acımızı bir nebze olsun dindirecek bir adım atılmasını beklemektedir. Doğrusu Bahçeli’nin, “Türk milleti gerekirse, başka da seçenek görülmezse, Şam’a girmeyi şimdiden planlamalıdır” şeklindeki açıklamalarına paralel bir çılgınlığı göze alabilir miyiz bilemem ama, diplomatik derinliği olan, daha rasyonel adımların atılması gerektiği de muhakkak.
Eğer yeniden Putin’le yola devam edeceksek, bilelim ki şu ana kadar olanlardan farklı bir durum olmayacaktır. Astana süreci yeniden canlandırılabilir, hatta Putin’le sayısız görüşmeler yapılabilir, nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün Putin’le bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Zira bugüne kadar yapılan görüşmelerin sonuçlarını artık ezbere biliyoruz. Muhtemelen bundan sonra da sayısız görüşmeler yapılacak, mutabakatlar imzalanacak. Ama bütün bunlara rağmen, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Putin-Esad ikilisinin planları tıkır tıkır işlemeye devam edecektir. Bu arada Putin’in nihai hedefleri arasında, “Adana Anlaşması” temelinde Türkiye’yi Esad’la aynı masaya oturtma planının olduğunu da bir yere not edelim.
Artık bir gerçeği kabul edelim ki, bizim açımızdan Suriye bağlamında Rusya ile yapılan bütün anlaşmaların ve ikili ilişkilerin nihayetinde varacağı yer “değerli” bir yalnızlıktır...
Aslında Suriye’de 9 yılda yaşanan tecrübelerden ortaya çıkan kanaat odur ki, Türkiye kendini sadece Rusya alternatifine indirgeyen dış politika yaklaşımlarını gözden geçirmek ve de Batı ittifakı ile ilişkilerini zenginleştirmek durumundadır.