23 Haziran demokrasinin itibar sınavıdır
23 Haziran’da İstanbul seçmeninin ortaya koyduğu irade, Türk demokrasisi açısından altın değerinde bir kıymet ifade etmektedir. Sandıktan çıkan bu iradenin gerçekte ne anlam ifade ettiğini en yalın haliyle kavrayabilmek için, öncelikle çok partili hayata geçildiği günden bu yana yaşanan tecrübelerin doğru okunması gerektiği muhakkak.
Biliyoruz ki Türk demokrasisi zaman zaman darbelerle, ara rejimlerle kesintiye uğramış ama bütün bunlara rağmen sandık, toplum nezdindeki güvenilirliğini hep muhafaza etmiştir. Evet modern demokrasiler ölçeğinde değerlendirildiğinde kalite standardı yüksek bir demokratik sistemi inşa edemedik belki, ama sandığın toplum hafızasındaki karşılığı her zaman pozitif bir değer ifade etti.
İşte tam da bu yüzden 31 Mart gecesinde yaşananlar, zihinlerde demokrasinin geleceği konusunda ciddi bir endişeye yol açtı. Daha açık olarak ifade etmek gerekirse, Türk seçmeni bugüne kadar iradesinin teminatı olarak gördüğü sandığın telafisi mümkün olmayan bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu endişesine kapıldı. Dolayısıyla 23 Haziran’da yaşanan sandık depreminin en önemli motivasyon kaynağı 31 Mart gecesinde yaşananlardır.
Kısacası seçmen, 31 Mart gecesinde yaşananları iradesine karşı bir hamle olarak görmüş, bu yanlışın düzeltilmemesi durumunda sandığın büyük bir yara alacağını düşünerek 23 Haziran’da bütün hikayeyi yeniden yazmıştır.
İşte bu yüzden 23 Haziran seçimi, demokrasimizin geleceği açısından tarihi bir öneme sahiptir. Artık şu saatten sonra bu ülkede, seçmenin sandık hassasiyetini dikkate almadan politika üretmek mümkün değildir. Bunun en önemli göstergesi, 31 Mart-23 Haziran arasında yaşananlardır. Hatırlayalım, kampanya süresince gerek iktidar bloğu, gerekse muhalefet sayısız projeler açıkladı, vaatlerde bulundu. Özellikle iktidar cephesi muhalefetin adayını itibarsızlaştırmaya yönelik akıl ve mantık sınırlarını zorlayan ithamlarda bulundu. Hatta kendi söylemlerini değersizleştiren İmralı kartını bile kullanmaktan çekinmedi.
***
O günlerde trollerin hedefi haline gelmeyi göze alarak “Oylar çalındı” söylemini köpürtmenin yanlış olduğunu, muhalefet adayına “Pontus” demenin toplumda bir karşılığının bulunmadığını, aksine bu tür yaftalamaların geniş toplum kesimlerini rahatsız edeceğini, “Seçilse de İmamoğlu’na başkanlık yaptırmayız” argümanının sadece muhatabını efsaneleştireceğini dilimizin döndüğünce anlatmaya çalıştık, ama kimseye anlatamadık. Maalesef AK Parti’de rasyonel bir akıl çıkıp, uzun demokrasi tecrübesine sahip Türk toplumunun bu tür itibarsızlaştırma söylemlerine itibar etmeyeceğini göremedi ve de söyleyemedi. Sonunda 23 Haziran’da çıplak gerçekle yüzleştik ama geç oldu.
Bir gerçeği açıkça ifade etmek gerekiyor ki seçmen adayların dillendirdiği vaatlerin ve projelerin hiçbirisiyle ilgilenmedi. Çünkü İstanbul seçmeninin zihninde bir tek konu vardı, sandığın ve demokrasinin geleceği... Çünkü sandığın itibarının zedelenmesi durumunda, uzun vadede vaatlerin ve projelerin bir anlam ifade etmeyeceğini gördü ve hissetti. Ve bu seçim gösterdi ki bütün olumsuzluklara rağmen, Türk demokrasisinin bazı unsurları hala canlılığını korumaktadır, bu hepimiz için önemli bir kazanımdır.
Açıkçası ben, bu toplumun demokrasi hafızasına güvenmek gerektiği kanaatindeyim. Bunun için Türkiye toplumunun bütün kritik süreçlerde nasıl bir davranış sergilediğine bakmak sanırım yeterli olacaktır. Türk seçmeni özellikle kendi iradesinin ikinci plana itileceğini hissettiği bütün dönemlerde geriye çekilmiş, ortalarda gürültü yapmadan sırasının gelmesini beklemiştir.
Ve sandık önüne geldiğinde, sandığın itibarını zedeleyecek bütün seçenekleri çöpe atarak gereğini yapmıştır.
Dolayısıyla 23 Haziran sadece bir İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığı seçimi değil, sandığın ve aynı zamanda Türk demokrasisinin itibar sınavıdır.