Gürültü yaparak eleştirileri susturmak
Eleştiriye açık olmak sağlıklı zihinlerin özelliğidir. Yaptığınızın yanlış olduğunu söyleyenler yanılıyor bile olsalar en azından neden böyle düşündüklerini öğrenmek için muhataplarınıza kulak vermenizde fayda vardır. Eleştiriye açık olmak aynı zamanda özgüven alametidir. Özgüven bazen de yanılmaz olmadığınızı kabul etmekten çekinmeme cesaretidir. Aslında hepimiz mükemmel olmadığımızı ve önemli ya da önemsiz herhangi bir konuda pekâlâ yanılabileceğimizi biliriz teorik olarak. Ama yine de somut bir olay sözkonusu olduğunda yanıldığımızı kabul etmek zor gelir. Dolayısıyla “yanılma cesareti”ne sahip olanlarımız bizim en iyilerimizdir.
Bana inanmıyorsanız, kendiniz şöyle bir etrafınıza bakın… Herhangi bir konuda kendisine yönelik eleştirileri dinlemeye ve yanılmış olduğunu kabul etmeye en yatkın olanlarımızın kişiliği daha gelişmiş, zihni daha parlak kişiler olması tesadüf olmasa gerektir.
Eleştiriye açık olmak aynı zamanda bir iletişim yöntemidir. Özellikle yöneticiler için. Siyasetçiler için ise ekmek ve su kadar hayati bir ihtiyaç…
Süleymaniye Camii’nin inşası esnasında “bu minareler eğik” diyen kişiyi ikna etmek için urganla minareyi çekip eğriliğin düzeldiğine inandıran Mimar Sinan’ın hikayesini hatırlayın… Sinan yaptığı iş konusunda özgüven içinde olmasaydı girişir miydi böyle bir gösteriye?
Beceriksizliği veya bilgisizliği yüzünden caminin minarelerini gerçekten de eğik yapmış bir mimar olsaydı nasıl bir tepki gösterirdi acaba bu eleştiriye?
***
Diyeceksiniz ki her eleştiri yapıcı değil, sırf bizi başkalarına kötülemek veya zarar vermek için dile getirilen haksız suçlamalara da eleştiri muamelesi mi yapacağız? Aslında “yapıcı eleştiri” ile “yıkıcı eleştiri”yi birbirinden ayırmamızın çok basit bir yolu var. Bize söylenen şey “uyarı” niteliği taşıyorsa o yapıcı eleştiridir. İsabetsiz veya yanlış bile olsa iyi niyetin ürünüdür en azından.
Diğer yandan, haksız veya yıkıcı eleştirilere karşı takındığınız tavır hak etmediğiniz abartılı övgüler karşısındaki tavrınız gibi olmalıdır ki size zarar vermesin. Haksız eleştiri de haksız övgü de sizin iyiliğinizi isteyenlerden gelmez. Sizin iyiliğinizi isteyenlerden gelen eleştiri ve övgüler kendinize istikamet belirlemek için fayda sağlayan türden olmalıdır. Düşünün ki çevrenizde birileri siz ne yapsanız övüyor, ne söyleseniz onaylıyor… Bu kişilerin gerçekten dostunuz olduğuna, sizin iyiliğinizi düşündüklerine inanır mısınız?
Tarihe adını yazdırmış “büyük adam”ları düşünün… Sanatçıları, bilginleri, filozofları, komutanları, şeyhleri, hükümdarları… Aralarında dalkavukların pohpohlamasına prim veren biri aklınıza geliyor mu?
Büyük adam demişken, doğruluğu şüpheli de olsa Büyük İskender’e atfedilen bir hikâye vardır: Makedonyalı fatih uzun zamandır başvezirliğini yapan devlet adamını bir gün aniden görevden alır. Vezir gelip sorar “ne yanlışım oldu efendim?” diye. Aldığı cevap şudur: “Bunca zamandır sen benim yaptığım hiçbir şeye karşı çıkmadın, hiçbir yaptığımı eleştirmedin. Bir insanın her şeyi doğru yapması sözkonusu olmayacağına göre ya sen benim hatalarımı fark edemeyecek kadar yetersiz birisin ya da benim kötülüğümü isteyen bir düşmanımsın. Her iki durumda da bu görevde kalman uygun değil.”
***
Şimdi bu kadar laf siyasi gündemle ilgili nereye bağlanacak diye düşünerek yazıyı buraya kadar okumuş olanlar vardır belki… Siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmayan yazılarda bile siyasi mesaj bulanlar var ne de olsa. Her şeyin siyasi gündeme bağlanması gerekmiyor tabii ama bu konunun siyasetle ilgisiz olması düşünülemez. Evet, bizim siyasetçilerimiz ve bilhassa bugün yönetim mevkiinde olanlar eleştirilere tahammülün ve dahası bunlardan faydalanmayı bilmenin olgunluğuna sahip değiller.
Bırakın dinleyip değerlendirmeyi, kendilerine yöneltilen uyarıların ve eleştirilerin başkalarınca duyulması bile istenmiyor. Bununun için konuşanlar veya konuşabilecekler bir şekilde susturuluyor. Susturulamazlarsa gürültü çıkarılıp sesleri boğulmaya çalışılıyor. Ama burada kabahat yalnızca görevi gürültü çıkarmak olanların veya işi gücü efendilerini övmek olanların değil. Zira burada bir arz-talep ilişkisi var. Belirli mevkilere gelenlerden kimileri çevresinden eleştiri ve uyarı almak ve böylece ayaklarını sağlam zemine basmak ister, kimileri ise özgüvenleri olmadığı için boyuna pohpohlanmak arzusundadır. Dostça uyarıya ihtiyaç duyanların etrafında lafını sakınmaz dostları olur, öbürlerinin etrafında ise buna uygun kişiler.
Yukarıda İskender ile ilgili bir anekdotu -hikmetli içeriği hatırına- “doğruluğu şüpheli de olsa” diyerek aktarmıştım. Bir de İskender’in dalkavukluğunu yapan filozof hikayesi var. Bunun da doğruluğuna inanmak zorunda değiliz. Çünkü bir filozofa yakışacak meslek değil söz konusu olan.
Hikâye bu ya, İskender’e dalkavukluk ederek saraydaki nimetlerden faydalanan Kalisten isimli filozof bir çeşme başında Diyojen’i görür. Büyük İskender’e “gölge etme başka ihsan istemem” diyen filozof kendisine çorba yapmak için mercimek ayıklamaktadır. Kalisten “Sen de benim gibi hükümdarla iyi geçinseydin mercimek ayıklamak zorunda kalmazdın” der. Diyojen’in cevabı şu olur: “Sen de benim gibi mercimek çorbasına kanaat etmesini becerebilseydin dalkavukluk yapmak zorunda kalmazdın…”