Amerika o kadar da uzak değil…
Eskiden, daha önce baştan geçmiş bir olay yeniden karşımıza çıktığında “Biz bu filmi görmüştük” denilirdi. Ülkemizde o tür bir duygunun sıkça tekrarlandığını hatırlıyorum.
Şimdilerde farklı bir duygu beni etkisi altına alıyor; “Galiba eski filmi yeniden göreceğiz” duygusu…
Karışık ifadeli bir giriş olduğunun farkındayım ama merak etmeyin yazının bundan sonrasında konuyu açacağım.
Uzak komşumuz ABD yeni bir seçimden çıktı. Seçim yeni ancak galibi eski bir tanıdık: Donald Trump…
ABD’de sistem, neredeyse 250 yıllık geleneklerini günümüzde de koruduğu için, hayli garip. Seçilen başkan hemen görevine başlayamıyor, Beyaz Saray’a taşınmak için iki ayı aşkın bir süre beklemesi gerekiyor. Yeni başkan, o süreyi, yakın mesai arkadaşlarını belirleme amaçlı kullanıyor.
Trump acul biri. Aculluğu sebebiyle, kritik görevlere kimleri getireceği kısa sürede belli oldu. Yakın gözlemciler seçilenleri ülkemiz açısından değerlendirip yansıtıyorlar.
Görünüm pek olumlu değil.
Şaşırıyor muyum? Hayır, buna değil de Trump’ın seçilmesini iştahla isteyip beklediklerini yazılarına yansıtmış olan iktidara yakın yazar ve yorumcuların şaşırmış gibi davranmalarına şaşırıyorum…
Ben ise, yeni dönemde önemli görevler üstlenecek kişilere yoğunlaşmanın fazla önemli olmadığını biliyorum. Trump’ın önceki döneminde oluşturduğu ilk kadrodan, o Beyaz Saray’dan ayrılana kadar hala görevde kalmış tek bir kişi yoktu çünkü. Çoğu bakanlık ve üst düzey pozisyona getirilenler dört yıl içerisinde sürekli değişti durdu.
Yine öyle olacaktır.
Esas üzerinde durulması gereken konu, Trump’lı yeni Amerika’da sisteme müdahale boyutlarının nerelere kadar zorlanacağı…
Kampanyası sırasında, Trump, ABD için düşünülmesi eskiden muhal bazı konularda seçmenlerine vaatlerde bulundu. Sürekli arkasında tutabilmek için, onlara, korkularını depreştirecek hedefler gösterdi. Hedeflerin çoğu da medyayla ilgiliydi.
Başkanlığı döneminde de düzenlediği basın toplantılarında kendisine yöneltilen sorusunu beğenmediği gazetecileri -örnek: CNN muhabiri Jim Acosta- canlı yayında payladığı olmuştu. Fakat kampanyası sırasında kendisine yönelik eleştirilerini ‘ülke güvenliği’ ile ilintili gösterdiği gazetecileri hapse attırma tehdidinde bulundu.
Orada da durmadı, ekranlarını muhalif siyasilere de açık tutan ve muhabirlerinin Trump’ın beğenmeyeceği haberlerini yayına veren kanalların yayın lisanslarını iptal etme vaadini defalarca tekrarladı.
ABD’de basın özgürlüğü anayasa teminatı altında. Bizdeki “Basın hürdür, sansür edilemez” (Anayasa m. 28) gibi genel geçer bir cümleyle değil, bayağı kapsamlı bir ek maddeyle… Ana kanalların lisansını iptal de başkanın yetkileri arasında bulunmuyor.
Vaatlerini yerine getirecekse bunu nasıl yapabilecek Trump?
İşte burada, bu yazının başında anlattığım “Galiba eski filmi yeniden göreceğiz” duygusu devreye giriyor.
Daha önce yasak olmayan konuları cezalandıracak yeni yasalar çıkartmaya ve ABD’nin bizdeki RTÜK ve BTK’nın yetkilerine sahip yayıncılığı düzenleyen kurumu FCC’yi Beyaz Saray’a bağlayarak bunu gerçekleştirmeye çalışacak Trump…
“Yok kanun, yap kanun” anlayışı ile Osmanlı dönemindeki uygulamalardan başlayarak şu sıralarda kamuoyunda ‘etki ajanlığı’ diye bilinen yasakçı bir metnin -ne alaka ise- ‘Noterlik Kanunu’ içerisine yerleştirilmesiyle yapılmak istenen kısıtlamalar gibi…
Arada daha pek çok örnek var da, güncel bir olay dün yaşandı.
Bir parti genel başkanı bir muhabire kızdı ve “Sen mesleğini bırak” tavsiyesinde bulundu.
Neden bırakmalıymış gazeteci mesleğini?
Hakaret mi etmiş soru sorarken?
Yalan bir haberi soru haline mi dönüştürmüş?
En iyisi muhabirin sorusunu aktarayım da siz karar verin: “Çözüm süreci konusunda Erdoğan ile aranızda görüş ayrılığı var mı?”
Haftalardır gündemden düşmeyen ve düşeceğe de benzemeyen konuda kamuoyunun merakla cevaplanmasını taraflardan beklediği soru bu.
Geçen hafta bir muhabir de haberi yüzünden cezaevine gönderildi.
İşte ben ülkeye basın özgürlüğü alanında Batı ülkelerindeki benzerlerinden daha ileri bir ‘Basın Yasası’ kazandırmış Ak Parti’nin, günümüzde kendi çıkardığı yasayı geçersiz kılacak bir girişimde bulunmasına bakarak “Biz bu filmi görmüştük” diyemiyorum.
Trump’ın henüz göreve başlamadan yapmak istediklerine bakıp “Galiba eski filmi yeniden göreceğiz” demeyi yeğliyorum.
Orada. Amerika’da.