'Kanal İstanbul’u yapacağız'
“Kanal İstanbul’u yapacağız.
Kanal İstanbul’u yapacağız.
Kanal İstanbul’u yapacağız.
Kanal İstanbul’u yapacağız.
Kanal İstanbul’u yapacağız.
Kanal İstanbul’u yapacağız.
Kanal İstanbul’u yapacağız.
Kanal İstanbul’u yapacağız.”
Bu muhteşem açıklama İstanbul 2. Bölge Milletvekili, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Aile ve Sosyal Politikalar eski Bakanı’na ait. Bu açıklama sayesinde Kanal İstanbul’un niçin yapılması gerektiğine tamamen ikna oldum. Olmayan da gayrımillidir zaten!
Neyse, şakayı bir yana bırakalım ve meseleye bakalım. Türkiye, belki de tarihinin en büyük projelerinden biriyle karşı karşıya. Dünyanın en güzel şehri İstanbul’un büyük bir değişim geçirmesi planlanıyor. Elbette biz de vatandaş olarak bu büyük değişimin artı yönde mi yoksa eksi yönde mi olduğunu düşünmek, tartışmak, bilmek istiyoruz. Projenin sahibi olan hükümetse “siz isteseniz de istemeseniz de” ile başlayan cümlelerle savunuyor projeyi.
İstanbulumuz’un değişimini bize lütfen böyle savunmayın. Hemen hemen her konuda “yaptıklarınızın, yapacaklarınızın teminatı” olduğunu düşünüyorum ve sonra aklıma hemen “biz bu şehre ihanet ettik” açıklaması geliyor. O zamanlar da bu değişim iyi değil denildiğinde aynı tavırla yaklaşıyordunuz, İstanbul’un ne hale geldiğini gördük.
Türkiye’de Anayasa değişti, sistem değişti. Biz yeni sistem iyi mi yoksa kötü mü diye tartışamadık. “HDP Hayır diyor!” en büyük “Evet” propagandasıydı. Sanırım bugün yeni sistemin ne kadar sorun taşıdığının hemen herkes farkında. Bu bir sistem değişikliğiydi, güme gitti fakat yarın bundan dönebiliriz, yeni sistemin yaralarını hızla sarabiliriz. Fakat bu sefer mesele başka. “Cehape zihniyeti istemiyor, inadına yapacağız!” denilecek bir iş değil.
Bize anlatın. Ben bir vatandaş olarak, bir köşe yazarı olarak, bir siyasal öğrencisi olarak, bir İstanbul sakini olarak öğrenmek istiyorum. Bu projeye neden ihtiyacımız var, artıları nedir? Lütfen artık sloganlarla konuşmayın. Komplo teorileriyle, şehir efsanesi gizli maddelerle durumu açıklamayın. Bana gerçek şeyler anlatın ve beni ikna edin.
Beni ikna edin, çünkü ben izin vermezsem o kanal yapılamaz. Ben bu ülkenin vatandaşı, bu şehrin sakiniyim. Burası benim. Bu projeyi bana sormak zorundasınız.
En son “Siz isteseniz de istemeseniz de Topçu Kışlası’nı yapacağız” diyordunuz. Bu dilin bizi nerelere getirdiğini, ne büyük yaralar açtığını gördük. Yetkililer, ülkenin bir bölümünün amiri değildir, tamamının hizmetçisidir. Hiçbir kesim, temsilci veya vatandaş için “Siz isteseniz de istemeseniz de” ile başlayan cümleler kuramazlar. Bunu artık hatırlayın. Yeni bir “dİl yarası” açmayın bu ülkenin yüreğinde.
Farkında değilsiniz ama mesele son derece hassas. İstanbul’u sessiz sessiz seviyoruz. Üzerindeki her çivi izini önemsiyoruz.
Bize anlatın diyorum çünkü bunun için uzman raporlarına ihtiyaç var. ÇED raporu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı sitesine 23 Aralık’ta yüklendi. Bunun haricinde akademik değerlendirmeler de henüz duyamadık. Eğer proje henüz tam olarak ilan edilmeden bu dille savunulursa elbette akademiden, kalem çevrelerinden ses daha kısık gelir. Tehditvari bir dilin tahakkümü altında İstanbul’u konuşamayız.
Meseleye İmamoğlu-Erdoğan ekseninde bakmayacak, konuşurken oy oranı hesabı yapmayacak kişilerden dinlememiz lazım Kanal İstanbul’u.
Bu seçimler, bu isimler falan. Ne ki bunlar? Neden abartıp duruyoruz. Bu şehrin kaç idareci gördüğünü düşününce ne Konstantin kaldı, ne Sultan Süleyman diyoruz. Yüz yıl sonra bu isimleri belki tarih kitapları yazacak o kadar. Fakat kıyamet kopana kadar, (ihanet etmeye devam edilmezse) bu şehir dünyanın en güzel şehri olarak kalacak. İstanbul bizden büyüktür. Meseleye buradan bakalım biraz.
Bunu Ömer Erdem’e soralım, İstanbul’a isimli müthiş bir kitap yazan şaire. O kitabın kapağında kullanılan görseli oturup biraz okuyalım. Nurullah Genç’e soralım sonra, İsmet Özel’e, Sezai Karakoç’a, Orhan Pamuk’a, Birhan Keskin’e, İbrahim Tenekeci’ye, Beşir Ayvazoğlu’na… Bu isimler İstanbul’un ruhunu bilen, besleyen isimlerdir.
Tabii teknik anlamda da uzmanına soralım. Mimariden jeolojiye, siyasetten sosyolojiye kadar alanının uzmanları konuşsunlar. Meseleyi jeoloji, çevre bağlamı dışında da değerlendirsinler. İstanbul, kültür ve tarih anlamında da büyük bir emanet; bu açıdan da tartışsınlar.Yafta yemeden, hain ilan edilmeden.
Biz de dinleyip kararımızı verelim. Kararımızı verelim kısmını ısrarla vurguluyorum. Bu mesele vekillerin, başkanların falan milletin adına konuşabileceği bir mesele değil. Eğer yapılmak isteniliyorsa uzun uzun tartışılacak, sonra yapılacak. Oldu bittiye gelmemeli.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ÇED raporunu askıya koymuş, bakanlığın il müdürlüklerine giderek itiraz edebiliyor, eleştirebiliyormuşuz. Hükümeti devirmeye teşebbüs sayılmayacaksa gidelim. Gidelim gitmesine de e hani bizim bir e-devlet işimiz vardı, o ne oldu? Neden e-devlet üzerinden ilerlemiyoruz? Referandum teklifi devamlı sert itirazlar alıyor, internet üzerinden gidebileceğimiz bir alan da yok. Umarım olur.
***
Tabii İstanbul’a çakılan çiviyi bile takip ediyoruz derken büyük meseleye bakıp diğerlerini atlamayalım. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Beyazıt Meydanı için hala görünür bir çalışma yapmadı. Bir duyuru da yok. Belediyeden bilgi almaya çalıştım fakat hala 2018’de başlayan eski projeden bahsediliyor. Yeni projenin ne olduğunu ve ne zaman başlayacağını sabırsızlıkla bekliyoruz. Tarihin içinde deplasmanda olmaktan ve betona basmaktan çok yorulduk.
İkinci mesele de Beyoğlu Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü’nün İstiklal Caddesi’nin ortasında yaptığı ve caddenin tarihiyle, mimari bütünlüğüyle, kat yüksekliğiyle, estetiğiyle hiçbir bütünlüğü olmayan o çirkin bina. (http://www.smartbeyoglu.com/bina/706327079# )
Belediye bu inşaattan acaba ne zaman vazgeçecek? Bir an önce inşallah.
İstanbul bizim gözümüz. Gözümüzü çıkarmayı bırakın lütfen.
***
Kendinden alıntı yapan artist şairler gibi olayım biraz. Çok söyleyesim geldi, şiirin bir bölümünü bırakayım. Buyrun:
“kentsel dönüşüme hayır
kaybettiğin neydi şehirde, anıyor musun?
kaydettiğin neydi şiirde, arıyor musun?
fabrikaları şehrin dışına,
plazaları şiirin ortasına
gündüz gözüyle yaptılar,
hepsi gözümüzün önünde
gözümüzü çıkardılar iki gözüm
kaş yapmak istemezken bile
...”