Devrim Provaları
Dört yıldır dergicilikle uğraşıyorum. Tasarım, sembol işlerinin önemlerini, mesajlarını, detaylarını bu sayede fark edebildim. Bu aralar da çevremdeki logoları inceliyorum. Gördüğüm en kötü logo ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı logosu. Logo en son Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtiğimizde değiştirildi. Bu değişim daha çok logonun kırmızılaşması ve yeni sistemin bir gereği olarak -diğer tüm bakanlık logoları gibi- Cumhurbaşkanlığı forsundaki yıldızlarla sarılması ile oldu. Mantık önceki logo ile aşağı yukarı aynı. Yeni sistemle birlikte gelen değişim siyasi bir sonuç, kültür sanat yazıları çerçevesinde inceleyeceğimiz kısım orası değil, kültürün en büyük yansıması olan şehirlerin logoda nasıl algılandığı bizim meselemiz.
Logoda yanyana, -hatta belki de dipdibe demek gerekir- üç bina bulunuyor. Binaların yatay-dikey oranını ölçüp mimar arkadaşlarımla görüştüğümde tahminen 5 veya 6 katlı binalar gibi göründüğünü söylediler. Evet, sorun bu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın logosundaki şehircilik planı ve çevre bakışı üç yüksek bina olarak tasarlanmış. Bu logonun altında planlanacak şehirlerin ağaçlı olabileceğini, yatay bir mimariyle gelişeceğini ve estetik olabileceğini düşünüyor musunuz? Eğer ömrünüzde hiç TOKİ görmemiş, Beyazıt Meydanı’na çıkmamış ve Polyanna’dan çok etkilenmişseniz belki düşünebilirsiniz. Buna bile belki diyorum çünkü şehirlerimizin adım adım erdiğini görüyorum.
Bu bir yönetim meselesinden çok algı meselesi. Belediyesi fark etmeksizin aynı talanı, çirkinliği, zevksizliği görüyoruz. Böyle konularda siyasi çözüm beklemek, odağına politikayı koyup dünyayı siyasetin lekeli gözlükleriyle okumaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Bu artık bir ahlak sorunu haline geldi, kabul edelim. O mimari düşmanı TOKİ’lerde, sahillere dikilen gökdelenlerde oturmak isteyenler var. Bu çirkin arz, kabul etmek istemesek de çirkin bir taleple büyüyor. Beyazıt Meydanı’na beton dökülmesinin herkesi rahatsız ettiğini de sanmayalım, hiç fark etmeden oradan geçen yığınlar da var. Bizim önce bu “çirkinliğin normalleşmesi” sorununu kabul edip üzerine gitmemiz lazım. Çevre bakanlığımızın logosu da bu normalleşmenin bir ürünü. Üzerine gideceksek bu logoları değiştirmemiz lazım.
Konu logoya, sembole, zihniyet özetleyen detaylara gelmişken Milli Eğitim Bakanlığını da anmadan geçmeyelim. Sayın Ziya Selçuk bu detayları çok iyi yakalıyor. Okul zilinin, öğrenci önlüğünün düzenlenmesi de bunun en güzel örneklerinden. Düşünenlerden, emek edenlerden Allah razı olsun. Birçokları “bunu yapacağına önce şunu yap” dese de ben bu çalışmaları çok değerli buluyorum. “Bunu yap ama onu da unutma” dersek birçok sorunun çözümünü kolaylaştırırız.
Tabii böyle diyerek logoları değiştirince her şeyin değişeceğini de iddia etmiyorum. Çünkü önümüzde TOKİ örneği var. Bu logo yeşil ve ortasında çok güzel bir ağaç var ama bu, TOKİ’lerin Türkiye’nin her köşesine, bölgenin mimari geleneğini yok sayıp estetik düşmanı binalar yapmasını engellemiyor. Sadece bir umut veriyor, doğru olanı hafızamızdan silmemizi engelliyor.
TOKİ yine çirkin işler yapıyor ama en azından TOKİ logosu çirkin işler yapıldığını söylüyor.
Mesela geçen gün Asım Gültekin hocamın da köşesine taşıdığı Üstat Sezai Karakoç’un Şifahane önerisi de bir an önce uygulamaya almamız gereken büyük bir mesele. “Hastahane”ye gidenin hissettiği ile şifahaneye gidenin hissettiği bir olur mu hiç? Hastane, hastalık barındıran bir kelime, tüm hastaneleri “Şifahane”ye dönüştürmemiz lazım.
Bu talepleri önemsiz görüp devamlı büyük resmi görme çabasına girdiğimizde bir süre sonra fark ederiz ki büyük resmi görmek adına esas noktadan iyice uzaklaşmışız, derinliği gözden kaçırmışız. Uzaktan baka baka her şeyin miyopu olup çıkmışız. Unutmayalım, en iyi hikayeler küçük resimlerde gizlidir.
Uzun zamandır dert edindiğim bir başka örnek de KYK üzerinde. Kredi Yurtlar Kurumu öğrencilere burs veya geri ödemeli destek veriyor. Bu geri ödemeli destek, normal kredi mantığından farklı çalışıyor ama devlet ona kredi diyor. Milyonlarca öğrenci de “kredi alıyorum” cümlesini kuruyor. Bankaların bu kadar normalleşmesi, borçlanmaların artmasını tartışırken bu cümlenin getirdiği belayı atlamamız gerekiyor.
Devletin verdiği o destek aslında bir kredi değil, öyleyse ismi de kredi olmamalı.
Daha büyük bir diğer bela da o burs veya kredi için Ziraat hesabı mecburiyeti olması. Bu ileride maaşlar için de geçerli oluyor. Devlet, öğrencisine ve memuruna antikapitalist olma imkanı tanımıyor
Bu zalim, sömürücü, hırsız, aşağılık, kan emici, iğrenç kapitalist sistemi bir gün elbet yıkacağız. Elbette onun kalesi olan bankalar da ortadan kalkacak. Para aktarımını faize, yani legal hırsızlığa dayanmayan bir yöntemlle yapmanın sistemini kuracağız. O zamana kadar çözüme ihtiyacımız var.
Mecbur kaldığım için bir katılım bankasını kullanıyorum. İçime sindiğini söyleyemem, Allah affetsin. Bu zalim küresel hırsızlık sistemine bir damla katkım olsun istemiyorum. ATM’de işimi hızlı hallediyorum, bankaların önünden hızlıca geçiyorum. Banka binalarının gölgesinde bile beklememeye özen gösteriyorum. Hesabımda para tutmuyorum çünkü katılım bankası da olsa banka o parayı işletsin, büyüsün istemiyorum. Sadece para göndermek zorunda kaldığımda hesaba yatırıp hemen gönderiyorum. Bir yerden para geldiyse de hemen çekiyorum. Çok şükür, parayla pek işim olmuyor zaten. Size de bu yöntemi tavsiye ederim fakat şunun bilincindeyim: Bu bir “devrime kadar bireysel kısmi çözüm”dür. Bizim “devrime kadar sistemli toplumsal kısmi çözüm”e ihtiyacımız var. Bu, sisteme razı olmadığımızı bıkmadan tekrar etmemizi sağlar, kararlılığımızı artırır.
12 Kasım tarihli resmi yazısında Diyanet, görevlilerinin maaşlarının katılım bankalarından ödenmesinin uygun görüldüğünü söylüyor. Artık arkasında saf tuttuğumuz imamların cebinde hangi faiz kurumunun kartı olduğunu düşünmek zorunda kalmayacağız, çok şükür. Bu örnek bir çalışmadır. Benzerinin tüm maaş ve burslar için geçerli olması gerekiyor. Bu bizim “devrime kadar sistemli toplumsal kısmi çözüm”lerimizden biri olabilir.
Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun adı değişsin, öğrencilere verilen borcun adı kredi olmasın, maaşlar ve burslar için katılım bankası seçeneği de sunulsun! Talebimiz budur. Devrime kadar.
Tüm bu sorunları çözüme kavuşturduğumuzda, gündelik siyasi tartışmalardan sıyrılıp bunları konuştuğumuzda birçok sorunun çözümü de kendiliğinden gelecektir. Bunların gerçekleşmesi küçük bir devrimdir. Her küçük devrim büyük devrimimizin provasıdır. Adaletin adalet, ekmeğin ekmek, sevginin sevgi, paranın para, okulun okul, eşyanın eşya, çiçeğin çiçek olduğu o devrime kadar bu küçük provalar hepimize iyi gelir.
***
Gençler arasında büyüyen şeyleri “sekülerizm, bireyselleşme, milliyetçilik, seyircilik, ümitsizlik, gizlipolitiklik, minimalizm ve veganlık” olarak sıraladığımız ve en son seyirciliği yazdığımız zincirimize ufak bir ara verdik, önümüzdeki haftalarda oradan devam edeceğiz.