Var bu işte bir tuhaflık…
Adalet Bakanı ve HSK Başkanı Abdülhamit Gül hakim ve savcılara yaptığı her konuşmada yargının sorunlarını gündeme getiriyor. Afyonkarahisar’da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yıl sonu değerlendirme toplantısına katılan Sayın Gül, burada yaptığı konuşmada bu kez yargı sistemini, mahkemeleri ‘sayı-skor’ üzerinden eleştirdi. Gül’ün bu önemli konuşmasındaki sözleri şöyle:
“Adalet bir sayı, skor işi değildir. Adalet istatistiğe, skora oynama yeri, mecrası ve platformu değildir. Kaç dava açtığımız, kaç dosyayı karara çıkarttığımızdan daha önemlisi adaleti ne ölçüde gerçekleştirdiğimizdir.”
Bakan haklı, maalesef yargımızda bu dönem böyle bir sorun da ortaya çıktı. Özellikle son yıllarda savcıların yazdıkları iddianameler, çıkardıkları gözaltı kararları ile hakimlerin ise verdikleri kararların sayıları ile övündükleri bir gerçek.
Sayın Gül şöyle devam ediyor:
“Savcı önce kendisi ikna oluyorsa bulduğu delil ve bulguyla, o vatandaş hakkında dava açsın, vatandaşın da şüpheli olarak, sanık olarak mahkeme karşısına çıkmasını sağlasın. Savcı ‘Ben dava açayım, mahkeme karar versin’, mahkeme ‘Ben karar vereyim, verdiğim karar yanlışsa İstinaf bozsun’, İstinaf ‘Ben karar vereyim, yanlışsa Yargıtay bozsun’ diyerek vatandaşın ceza, adalet duygusunu incitmek kimsenin hakkı değildir. Yargı mensuplarının büyük özen göstermesi tüm milletimizin ortak beklentisidir.” (14 Şubat 2020)
* * *
Bakan Gül’ün anlattığı bu tablo mahkemelerimizde aynen böyle yaşanıyor…
Savcılar özellikle FETÖ davalarında fazlasıyla aktif olduklarını gösterebilmek için kes kopyala hazırladıkları iddianameler ile yayın tutuklamalar yapıyorlar…
Mahkemeler bu özensiz ve delilsiz iddianameleri olduğu gibi kabul ediyorlar… Ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları veriyorlar…
Sonra ilk dereceli mahkemelerin verdiği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları bir üst mahkemelere İstinaf’lara gidiyor… Maalesef çoğu kez İstinaf mahkemeleri de dava dosyalarına bakmadan ilk dereceli mahkemelerin verdiği kararları onaylıyorlar…
Sonra aynı dosyalar Yargıtay’a gidiyor, Anayasa Mahkemesi’ne gidiyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidiyor… Mahkemelerimizin bir çok kararı oralardan “derhal tahliye”, “hak ihlali var” kararlarıyla geri dönüyor…
Daha da vahimi yerel mahkemeler AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ‘derhal tahliye’ kararlarına direniyorlar, uygulamıyorlar…
* * *
Yargımızın hali pür melali aynen böyledir.
Sonuçta bu sözleri sarf eden muhalefet sözcüsü değil 18 yıllık iktidarın adalet bakanı! Sadece Adalet Bakanlığı makamından değil, Hakimler ve Savcılar Kurulu Başkanlığı makamından konuşuyor…
Gerçeği ifade ediyor.
Ama bırakalım yargının mevcut sorunlarının çözülmesini, her geçen gün yargının sorunlarına yeni sorunlar ekleniyor…
Yok mu bu işte bir tuhaflık sizce de?!
Ben Sayın Gül’ün ülkemizdeki yargı sorunlarını çözebilmek için samimi bir gayret içinde olduğunu düşünüyorum elbette.
Ancak Sayın Gül’ün bu açıklamalarını yine de nasıl değerlendireceğimi bilemedim: Cesurca mı buldum desem, yoksa yargıdaki bu sorunları kabul etmeniz büyük incelik Sayın Bakan, erdemli bir tavır mı desem?
Yoksa bakanın bile sadece şikayetçi olarak kaldığı bu sorunları kim çözecek diye esef mi etsem?
* * *
Sayın Gül, siz yargıya güven yılı olacak dedikçe, yargıçlar vicdanlarına ve hukuka göre karar versinler dedikçe söyledikleriniz tam tersi etkiler ve yapısal sorunlar olduğu da anlaşılıyor.
Nereden mi anlaşılıyor? Sizin de yakındığınız karar ve uygulamalardan…
Tamam yargı sorunu bugünün meselesi değildir elbette. Ülkemizin en kadim sorunlarından biridir. Mahkemelerimizden ilk kez bu dönemde yanlış kararlar çıkmıyor. Geçmişte de mahkemelerimizden yanlış, hukuka uymayan kararlar çıktı.
Tabii yargı ilk kez bu dönemde siyasallaşmadı. Geçmiş iktidarlar döneminde de zaman zaman yargı siyasallaştı. Ancak kabul edelim ki yargı bu dönemde olduğu kadar siyasallaşmadı, mahkemelerden bu kadar çok yanlış kararlar çıkmadı.
* * *
Ülkemizin saygın hukukçularından Prof. Dr. Serap Yazıcı ‘Hukuk devletinden kanun devletine’ başlıklı oldukça önemli bir yazı kaleme aldı. Türkiye’nin son on yıla damgasını vuran en önemli meselesinin hukuk devletinden uzaklaşması olduğunu yazan Sayın Yazıcı’nın şu tespitlerinin altını çizdim:
“Son yıllarda demokratikleşme dalgasının tersine döndüğü, Türkiye’nin hukuk devletinden tedricen uzaklaştığı gözlemlenmektedir. Bunun ilk yansıması, Gezi Parkı protestoları sırasında emniyet güçlerinin ölçüsüz güç kullanması olmuştur.
Hukuk devletinden ikinci sapma ise aynı yılın sonlarında 17 -25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonucunda yaşanmıştır. Yolsuzlukla anılan devlet yetkililerinin tarafsız ve bağımsız yargı makamları önünde yargılanmaları, suçsuz müeyyidelendirilmeleri gerekirken bu kişilerin yargılanmalarını engelleyecek mevzuat değişikliklerine başvurulmuştur.
Nihayetinde Türkiye 15 Temmuz darbe teşebbüsünün bastırılması amacıyla uygulanan tedbirler çerçevesinde, hukuk devleti olmaktan büsbütün uzaklaşmış, otoriterizmin bir aracı olan kanun devletine dönüşmüş, hukuk devletinin gereklerinden uzaklaşarak yönetimde keyfiliğe yönelmiş ve son anayasa değişikliği ile bu keyfilik kurumsallaştırılmıştır.” (www.perspektif.online)
Okumadıysanız Sayın Yazıcı’nın yazısını mutlaka okuyun derim. Mahkemelerden bir uçtan diğer uca savrulan kararlar nasıl çıkabiliyor? Yargıya güven bir türlü neden sağlanamıyor? İşte bu yüzden… Yargı sisteminde bu kadar vahim bir tablonun ortaya çıkmasının sebebi hukuk devletinden saparak keyfiliğe kayılmasıdır.
Bu tablo yargıcın yargıya güvenin temel öğesi olmasını, adaletin sesi olmasını engelliyor.
İşte bu yüzden Gül’ün bütün bu açıklamalarına rağmen de yargıda pek de değişen bir şey olmuyor.
* * *
Bugün AİHM’in “derhal tahliye” kararı vermesine rağmen, tahliyesi uygulanmayan Osman Kavala’nın duruşması var. Umarım mahkeme bugün AİHM’in “derhal tahliye” kararına uyar, tahliye kararı verir.