Devlet Suriye’de neyin peşinde (?) Bir durum tespiti

Suriye devlet gözünde ne ifade ediyor?

Şunu söyleyerek başlamakta yarar var: Bu ülkenin devlet ve iktidar için ifade ettiklerini Kürt meselesi ve ona bağlı güvenlik sorunuyla sınırlı görmek yanıltıcı olur.

Suriye, Ortadoğu’ya hakim bir “tepe”. Filistin, Lübnan, Irak, İsrail’e komşu. Doğu ve Kuzey Akdeniz’e açılan geniş bir kıyı. Stratejik anlamı, Türkiye dahil kimsenin gözünü kapayamayacağı kadar büyük. Kaldı ki Türkiye’nin en uzun sınır komşusu, hatta Ortadoğu kapısı. Baas rejiminin yıkılması sonrası yeniden yeniden kurulacak Ortadoğu dengelerinde yer tutma, alan genişletme, yeniden kurulan o dünyada pay alma, ayrıca (Ankara için) oradan gelecek tehditleri kaynağında bertaraf etme imkanı içeriyor…

Beğensek de, beğenmesek de, siyasi güç dünyasının verileri bunlar.

Ve devletin büyük bir ihtimalle okuması bu.

Rojava, yani Kuzey Suriye meselesi, taşıdığı Kürt meselesiyle devlet içen bir “tehdit”se, bir bütün olarak Suriye meselesi AK Parti’nin “yeni ve büyük Türkiye” iddiası için bir “ufuk”…

Tehdit ve ufuk, devletin bakışında biri diğerine tercih edilemeyecek kadar önemliler ve bugün itibariyle iyice birbirlerine bağlılar.

AK Parti’nin Ortadoğu politikasında yıllara yayılan bir süreklilik var. Davutoğlu döneminde tanımlanan, koşullara, imkanlara göre pistler değiştirerek yol alan ancak ana istikametini kaybetmeyen bir politika söz konusu. Bu politikanın üç unsuru şunlar: Bulunduğu havzalarda bağımlı bir çevre ülkesi değil, oyun kuran bir merkez ülke olma. Bölgesel etkileşim (hakimiyet) alanları oluşturma. Resmi-ulusal sınırların ötesine geçen, özellikle Ortadoğu itibariyle doğal sınırlar olduğu fikrini aklında tutma ve özellikle kriz hallerinde güvenlik hattını doğal sınırlara göre oluşturma.

Nitekim Davutoğlu Serbestiyet’te yakınlarda yayınlanan bir makalesinde, bu politika çerçevesinde kendi döneminde sınır ötesi etki alanları oluşturulduğunu, hedefin Türkiye’nin hassas güvenlik hattını Süleymaniye-Kerkük-Erbil-Musul-Rakka-Halep-İdlip-Lazkiye çizgisinin güneyine çekmek olduğunu söylüyordu.

Daha sonra Rusya ve İran, Suriye’ye ağırlıklarını koyup, 2015’te Astana süreci başladığında Ankara’nın hareket alanının sınırlandığına, güvenlik hattı politikasının kısmen sekteye uğradığına ara bir yola sapmasına tanıklık yaptık.

Ana istikametten çok kopuk olamayan bu ara yol, (2016’da Türkiye’de kurulan yeni rejiminin ana ayakları ve ittifak unsurlarının da etkisiyle), iktidarın, tüm gücünü Kürt meselesine vermesiydi. 2016-2020 arası çeşitli askeri harekâtlarla Cerablus, Afrin, Rasulayn, Tel Abyad ele geçirildi ve Kürt güçlerini sınırdan uzak tutma hamleleri yapıldı. Baas rejimi çökerken benzer hamleyi İdlip’te yaptı Türkiye.

Suriye rejiminin çöküşü, Türkiye’nin hızlı bir şekilde ana yola dönmesine imkan vermiş görünüyor.

Ankara’nın yıllardır izlediği dış politika stratejisine oranla bu çöküş iştah kabartıcı olsa gerekir.

Belli ki yukarıda da söylediğim üzere bundan böyle Suriye bakımından Kürt meselesi Türkiye’nin tek siyaset kalemi değildir. Bir bütün olarak ülke, ikinci ve ilkine denk önemde bir kalemdir. Kaldı ki, bunlar birbirine sıkı sık bağlı iki saha olarak görülüyor.

Bir yanda, Türkiye’nin artan askeri gücü ve siyasi etkisiyle, Suriye’de rejimin ve ülkenin şekillenmesinde sahada bulunmak, güçlü bir etkileşim veya dolaylı bir hakimiyet sahası oluşturmak, velhasıl oyun kurucu olmak, buradan hareketle Ortadoğu’da siyasi etki alanını genişletmek, bu hakim tepede hakim bir yer edinmek gibi strateji izlediği ve izleyeceği açıktır.

Diğer yanda, kuzeyde hasım olarak gördüğü Kürt gruplarının Suriye’de kurulacak üniter devlet düzeniyle bertaraf edilmesini sağlamak, aksi halde askeri müdahale tehdidiyle ABD dahil müdahil tüm tarafları bu çerçevede bir uzlaşmaya itmek arayışı da ortadadır.

Bahçeli’nin başlattığı Kürt açılımı da belli ki bu çerçevede bir anlam taşıyor. Rojava’daki Kürtleri silahtan arındırmanın muhtemel bir aracı olarak görülüyor.

Muhtemel strateji ve niyet bu.

Ancak yol ve başarı ihtimali tartışmalı.

Zira Ankara’nın yürümesi gereken yol üç katmanlı. İlk katmanı Türkiye oluşturuyor ve iki aktörlü: Devlet ve Öcalan. İkinci katman Rojava, en az üç aktörlü: Türkiye, ABD ve SGD-YPG. Üçüncü katman ise Suriye çok aktörlü: Türkiye, ABD- İsrail, Suudiler ve Katar…

Her katmandan diğerine geçişte aktör sayısı artıyor.

Alışveriş, denge, taviz gibi siyasi süreç unsurları kaçınılmaz görünüyor.

Gelişmeleri göreceğiz…

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum