Uzayda ayaklarımız yere değerken
"At elin, çuval emanet; bizimki deh'le çüş'ten ibaret" deyimi de yansıtmıyor gerçeğimizi. Ortada bir ilerleme var.
Fakat abartılı, gerçek üstü köpürtmeler başarılarımızı büyütmüyor, küçültüyor.
Bardağın dolu tarafını inkâr etmeden, kendi başarılarımıza haksızlık etmeden de ayaklarımız yere basabilir.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Kacır, nihayet dün dünya uzay cemiyetindeki konumumuzu, gerçekçi bir yere oturttu.
Bir çiçekle bahar gelirmiş, bir astronot göndererek uzayın fatihi olabilirmişiz gibi dev aynası tutmadan uzay yolculuğumuzla gurur duyabilir, milleti gurur duymaya çağırabilirmişiz.
Dünya uzay cemiyetine, Afganistan'la Suriye bile bizden önce gidip oturmuş. En son gelip en baş köşeye bir günde kurulmuş edâlarıyla coşmak, sırıtır.
Rusların Akkuyu santraliyle ne kadar milli nükleer güç olduysak, Cezayir'le Nijerya'nın bile onda biri kadar doğal gaz keşfiyle ne kadar kendi eksenimizi kurabildiysek, Güney Afrika'nın yargılattığı İsrail'i soykırım suçlarından ne kadar ümmet nâmına Türkiye mahkum ettirmiş sayılabilecekse, ondan bundan emanet parayla ne kadar Türkiye Yüzyılı'nı başlatabildiysek, en düşük 10 bin lira aylıkla emekliye bayram ederek kutlayacağı bir yılı nasıl müjdeleyebildiysek, ekonomimizi düzeltecek dış fonları akıtmaya uğraşırken dış güçlere karşı ne kadar ekonomik bağımsızlığımızı kazandıysak... Bir astronot göndererek uzayda da ancak o kadar tam bağımsız olabiliriz. Ve ancak o kadar çılgın Türklerin ayak sesleri uzaydan duyulur, dünyanın gözü bizim üstümüze döner, çekememeye başlarlar.
Şimdilik şunla yetinmek zorundayız; astronotumuzun iki haftalığına gidip döneceği araç da üs de istasyon da elin.
Bizden çok önce, çok daha fazlasına sahipken onlar hiçbiri olamıyor da nasıl biz bunların hepsi olabiliyoruz?
Gösterişe, forsa, itibara en az fezaya gitmek kadar hasretiz. Bunda anormallik yok. Popülist şov merakı da anlaşılabilir. Fakat bunu çok belli etmek, yakışmıyor.
İlk üçe bile giremediğimiz yerlerde şampiyonluğu kimseye bırakmıyoruz. Başkalarının başarılarını sahiplenmek, rollerini kendimize mal etmek ayıp kaçar, diye demiyorum sadece.
Çalışıp altını doldurmadan boş propagandayla erken büyüklenmek, dev aynasının karşısına geçip kendi gururumuzu okşamaya benzer.
Kendi kendimize madalya takınca sanki Hans'la George'u mu yanıltıyoruz?
Yoksa kim istemez altın madalyaları silip süpürmeyi...
ERDOĞAN'IN HAKKI ERDOĞAN'A
Gelelim bardağın dolu tarafına...
Uzaya biletle turist gönderdiğimiz, 55 milyon doları reklam parası olarak ödediğimiz, seçimde kullanmak için göstermelik bir klip çekmekten öteye gitmeyeceği, uzayı fethetmişiz tafraları satmakla kalacağı yergilerini acımasız buluyorum.
Ama yalan yok, ayaklarımız da yine yerden kesilmişti.
Uzayın burçlarına bayrak çekme yolculuğunun daha başındayız. Yolumuz uzun.
Keşke baştan böyle anlatsaydı, ayakları yere değen şu mesajları için Bakan Kacır'ı kutluyor, Gezeravcı'ya tekrar iyi yolculuklar diliyorum:
"Bu misyonda astronotumuz yalnız olmayacak. İtalya’dan ve Avrupa Uzay Ajansı aracılığıyla İsveç’ten astronotlar da aynı uzay aracıyla yolculukta olacak.
Belki bazılarımız, bu misyonun neden kendi roketimizle kendimize ait ya da ortağı olduğumuz bir uzay istasyonuna yapılmadığını sorgulayabilirler.
Bugüne dek, 40’tan fazla milletten 600’e yakın astronot uzaya gitmişken, sadece 3 ülkenin kendi roket sistemleriyle insanlı uzay görevleri gerçekleştirme yeteneği var. Kendi uydularını uzaya gönderme kabiliyetine sahip pek çok ülkenin dahi insanlı uzay görevleri gerçekleştirme kapasiteleri henüz yok.
Uluslararası Uzay İstasyonu, 1998’de 15 ülke ve 5 uzay ajansı tarafından kurulurken Türkiye, bu istasyonun paydaşı olmamış, zaten o tarihte malesef bir uzay ajansımız da yokmuş.
Bu, bizim bu yarışta olmayacağımız anlamına elbette gelmez.
Milli roket sistemlerimizle uzaya erişim kabiliyetimizi artıracak, kendimize ait bir uzay limanı kuracağız.
Ve şimdi insanlı uzay araştırmalarına başlıyoruz.
Bu, Türk Milletinin ortak kazanımıdır.
İşte o nedenle; #GururDuyTürkiye".