Şimşek’in giden bakanlardan öğrenecekleri
Fahrettin Koca Sağlık Bakanlığına, Mehmet Özhaseki de Çevre ve Şehircilik Bakanlığına veda etti.
Veda mesajlarındaki ince göndermelere dikkat ettiniz mi!
Görev dönemlerinin kısa bir muhasebesini yapıyor, giderken halka hesap verme gereği duyuyorlardı.
Koca; önceden özel sektöre garantilerle yaptırılan şehir hastanelerinin, döneminde Hazine’ye yük olmaması için nasıl çabaladığını anlattı. 300 milyar avroluk devasa bir yükten bahsediyordu.
Ve kendisini beğenen beğenmeyen herkesten, özellikle de hastalardan helâllik istiyordu.
Koca gibi Özhaseki de giderken şükran duygularıyla doluydu.
Özhaseki, kendisi ve çocuklarının boğazından haram lokma geçmemesi için titizlendiğini vurguluyordu. Bir de kararlarını vicdan terazisinde tartmaya özen gösterdiğini...
İki bakan da millete hizmet etme şerefi kendilerine bahşedildiği, böyle onurlu bir görev fırsatı verildiği için minnettardı. Döne döne teşekkür ediyorlardı.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le aralarındaki fark işte bu.
Şimşek, son TV söyleşisinde bakanlığı kabulü için, “maddi ve manevi büyük bir fedakârlık yaptığım kesin” demişti.
Giden iki bakansa onun gibi varlıklarını millete bir lütuf ve ihsan olarak görmüyor, emanetine nasıl sahip çıktıklarını anlatacak yerde millete diyet borcu çıkarmıyor, büyük fedakârlıkları için teşekkür beklemiyorlardı.
Çünkü kendilerini şanslı sayıyorlardı, milletin şansı kendileriymiş gibi bakmıyorlardı.
Sonuçta millet kimseyi zorla, yalvar yakar bakanlığa getirmiyor. Emanetini kabul etsin diye kimseye dil döktüğü de yok.
Hafize Gaye Erkan’ın babası da böyle bir pot kırmıştı. Merkez Bankası Başkanlığını rica minnet kabul etmişler, rahatlarından ve kazançlarından eşsiz bir fedakârlık yapmışlar gibi konuşmuştu.
Şöyle demeye benziyor: Kıymetimizi iyi bilin, Allah’ın şanslı kullarıymışsınız, yatıp kalkıp dua edin ki biz burdayız, yoksa bırakır gideriz, bizim gibisini daha da bulamazsınız ha!
Nice sözüm ona bulunmaz velinimetler bırakıp gitti, dünya dönmeye devam ediyor. Merkez Bankası da daha kötü yönetilmiyor üstelik.
Haksızlık olmasın, Şimşek’i Hafize Gaye Erkan’la zinhar bir tutmuyorum.
Tanıdığım kadarıyla Mehmet Şimşek için şunu söyleyebilirim: Siyaset bilmezliğin, siyasetten anlamazlığın kurbanı.
‘Yerleşik, yerel halk’ anlamında ‘locals’ tabirini kullanırken de fakir evi ziyaret ettiğini söylerken de bir ekonomi teknisyeni olarak yaklaşıyor. Kullandığı dil soğuk ve profesyonel, devirdiği çamlardan bihaber.
Dolayısıyla Şimşek’in iyi niyetinden şüphe duymuyorum ama siyaset bilir şu iki bakanı çalışmasında yarar olabilir.
Gidenlerin eleştirilecek yanları elbette var. Özhaseki’nin, ‘su faturanızı teröristler getirir’ tarzı seçim propagandaları unutulmayacaktır. Ama iki bakanın da gidiş biçimlerinden alınacak dersler yok değil.
ESAD’LA ÖSO ARASINDAKİ SIKIŞMIŞLIĞIMIZ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bakanlar toplantısından sonra ÖSO’ya şu mesajı verdi:
“Türkiye, dostlarını yarı yolda bırakan bir devlet değildir ve olmayacaktır.”
Aynı konuşmada Cumhurbaşkanı, Suriye’nin iç işlerine karışmak gibi bir amacımızın olmadığına da Esad’ı iknaya çalışıyordu.
Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal ikilemi. 13 yıllık Suriye politikamızın bizi getirdiği açmaz, burası.
Hem Esad’la barışırsanız kendisinin ne olacağından endişelenen ÖSO’yu rahatlatacaksınız hem de Esad’ı, iç işlerine karışmayacağınıza inandıracaksınız. Aynı anda mümkün mü?
Özgür/ Milli Suriye Ordusu’nu yarı yolda bırakmayacaksak Esad sormaz mı: Hedefiniz ve niyetiniz iç işlerimize karışmak değilse elinizdeki o silahlı muhalif güçle ne yapmayı planlıyorsunuz?
Esad’ı temin edecek, güven verecek vaatlerde bulunursanız bu kez de ÖSO sormaz mı: Hani bizi yarı yolda bırakmayacaktınız?
ÖSO’yu yatıştırmazsak başımıza ne gâileler açacağını, Suriye’de bayrak, araç ve askerlerimize saldırılarda gördük.
Esad’la ÖSO arasında sıkıştı iktidar, Suriye politikamız bıçak sırtı bir dengede gidiyor.
Anlık heyecanlarla, popülist coşkularla, ayak üstü kararlarla, önünü ardını iyice düşünmeden hızlı dış politika yürütmenin sonu, darboğazdır. Sorarlarsa söylersiniz.