Seçimin kaderi Nobel’de değil geçimde
Ne Kıbrıs fatihliği ne de Öcalan’ı Türkiye’ye getirtmesi, Ecevit’i iktidarda tutmaya yetti.
Başbakan olarak girdiği 2002 seçimlerinde, ekonomik krize yenildi ve partisi Meclis’e giremedi, baraj altında kaldı.
Oysa Öcalan’ı çok değil, sadece 3 yıl önce yakalatıp getirtmişti.
Rusya-Ukrayna görüşmelerinin Türkiye’ye taşınması, iktidar medyasını coşturdu. Ne coşturması, bazılarını havalara uçurdu.
Tarafları barıştırırsa Erdoğan’ın önünde kimsenin duramayacağı, değil 6, 60 muhalefet lideri bir olup karşısına çıksa dahi kaybedecekleri balonlarını şişiren mi ararsınız...
Erdoğan’ı, şimdiden Nobel kazananı ilan eden mi...
Ortada henüz sağlanmış bir barış yok ama iktidar medyası, ödülünü almış da paylaşamıyor, nereye koyacağını bilemiyor.
Bekleseler, suyunu çıkarmasalar, barış sağlandığında kredisi, zaten sahibini bulacak. Emeği geçen herkes gibi, Erdoğan da katkısı nispetinde hak ettiği payeyi alacak.
Fakat bekleyemiyorlar, üstün başarı ödülünü bir an önce alıp iç siyasette popülizme alet etmek için sabırsızlanıyorlar.
Ödüle kitlendikleri için de Türkiye’nin halihazırdaki rolünü, olduğundan farklı göstererek abartıyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, arabuluculuk rolümüzün bulunmadığını söyledi.
Barış görüşmelerine ev sahipliği yapmak da az şey değil. Hem İstanbul’a çok yakışır hem de barışa hizmeti kim temenni etmez!
Fakat ev sahipliği rolü, iktidar amigolarını kesmiyor.
Oya çevirecek popülist şov fırsatlarından başka bir şey görmüyor gözleri. Siyasi istismar için savaştan yararlanma, rol kapma heveslisi görünmekten çekinmiyorlar.
Birincisi; tam tersine itici oluyorlar. Savaşanlar can derdindeyken sinekten yağma süzme çıkarcılığı, yapanları sempatik göstermiyor, göstermez.
İkincisi; şampiyonluk için yanıp tutuşmak, soğukkanlılığı kaybettirir, o da hata yaptırır, başarıyı tehlikeye atar.
Üçüncüsü ise ecdat sözüdür, gurkun cücüğünü güzün sayarlar. İlkbaharda doğan tavuk yavrularının hepsi yaşamaz, kesin sayıları sonbaharda belli olur. Hilali görmeden bayram kutlanmaz da derler. Yani girişimin başarısı, sonuçlandıktan sonra anlaşılır, bitmeden değil.
Barış kahramanlığının seçime etkisine gelince, iktidarların kaderini geçim belirler. Örnek için başa dönüp ilk cümleye bakınız.
KAŞIKÇI'NIN HESABI SORULDU MU?
Nisan 2021’de, esip gürledik ama yağmayacağımızı yine gördüm desem size...
“2018’de Cemal Kaşıkçı, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna girmiş, bir daha çıkamamıştı.
Suudi gazetecinin, Suud’dan gelen özel bir infaz timi tarafından vahşice ortadan kaldırıldığı anlaşılmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, nereye uzanırsa uzansın sonuna kadar üstüne gideceğimizi, peşini bırakmayacağımızı taahhüt etmişti.
Göstermelik yargılamalarla üstünün kapatılmasına izin vermeyecektik.
Türkiye tek başına kalsa bile Kaşıkçı cinayetinde adaletin yerini bulması için savaşacaktı.
Parmaklar Veliaht Prens bin Selman’ı işaret ediyordu. Kaşıkçı, Prens’i kızdırdığı için hedef olmuştu.
Dolayısıyla Suud’un fiili hakimi bin Selman’la da karşıya karşıya geldik.
Zaman uzadıkça şiirsel yalnızlığımız çekilmez, maliyetiyse dayanılmaz bir hal aldı.
Şimdi dönüş manevraları alıyoruz. Mısır’la, Emirlikler’le normalleşmenin gayreti içine girdik.
Onların yüzü ise Prens Selman’a dönük. Prens’in gönlü alınmadıkça barışı hızlandırmanın önü tıkalıydı.”
Derken, Suud’un Kaşıkçı yargılamasını öven sözler duymaya başladık Ankara’dan.
Ve Türkiye’de görülen 26 sanıklı davada dün...
Savcı, yargılamanın durmasını ve dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesini talep etti. Mahkeme, Suudi Arabistan’a devri konusunda Adalet Bakanlığına görüş sorulmasına hükmetti.
Demek ki gördüğüm gibi; Suud çok iyi gördü davayı, çok güzel yargıladı, boşuna evhamlanmışız desenize!