Muhalefeti karalamanın dayanılmaz hafifliği
İşittiniz mi Esad’ı; ülkesinin muhalifleri Suriye’yi değil Türkiye’yi temsil ediyormuş. Halbuki Türkiye için anayasa yapmayacaklar, Suriye anayasası yapacaklarmış. Sözde muhalefet temsilcileriyle bu şartlarda masaya oturup ne görüşecekmiş.
Baskıcı, dayatmacı rejimlerin tipik savunma silahı, bildik yan çizme yöntemi.
2012’de Esad tam açılım ve reform süreçlerini başlatacakmış ki dış güçler müdahale etmiş, demokratikleşme adımlarını sabote etmişler.
Karşılarında, bırakın Suriye halkının hak ve özgürlük taleplerini temsil etmeyi, kendi görüşlerini bile temsil etmeyen bir muhalefet varmış.
Türkiye’yle müzakere masasına oturmak, Erdoğan’la uzlaşı fotoğrafı vermek için can atmıyormuş gibi konuşuyor.
Oysa baştan kendi insanıyla sahici, samimi bir uzlaşma arasa, oyalama taktikleriyle yokuşa sürmese, iş bu noktalara gelir miydi?
Karşısına hak talebiyle çıkanları ajanlıkla, dış güçlerin maşası olmakla suçluyor, kolayını buldu.
Hatta sesleniyor muhaliflere, yabancı devletlerin cebinde pazarlık kozu olmaktansa yerli ve milli olmaya çağırıyor.
Günün sonunda kullanılıp atılacaklarını, işleri bitince satılacaklarını, kimsenin onları koruyamayacağını söylüyor. Ancak kendi devletlerinin onları koruyabileceğini, başka kurtuluşlarının olmadığını hatırlatarak gözdağı veriyor hala.
Hala gerçek ve inandırıcı bir diyalog kurmaya çalışmıyor muhalefetle.
Dediği doğru bile olsa, kendi vatandaşlarını dış güçlerin elinde koz olmaktan kurtaramaz mıydı? Madem güvenebilecekleri tek güç kendi devletleri, onlara bu güvenceyi vererek elini uzatamaz mıydı?
Venezuela’nın Esad’ı Maduro da aynı numarayı çekiyor.
Hem muhaliflerini Amerikan emperyalizmine hizmet etmekle, Trump’a uşaklıkla suçluyor. Hem de onlarla gerçek bir müzakere başlatmaktansa Trump’la el altından gizli pazarlıklara giriştiğini kendi ağzıyla duyuruyor.
Trump’la anlaşacağına, emperyalizmi memnun edeceğine kendi halkıyla anlaşmaya, kendi gayrimemnunlarını hoş tutmaya yanaşmıyor.
İktidarı halkıyla paylaşmaktan, muhaliflerine taviz vermektense kuyruğu dış güçlere kaptırmayı tercih eder mi vatansever bir lider?
Ama o emperyalist saldırılara direnen kahraman oluyor. Dış desteğe mecbur ettiği, Trump’ın kucağına ittiği muhalifleri de düşmanla amaç ve ağız birliği yapan satılmış vatan hainleri.
Suudi prens bin Selman da aynı entrikanın oyuncusu değil mi?
Kadınlara araba kullanma hakkı tanıyarak güya büyük sükse yaptı, açılım ve reform rüzgarları estirdi. Fakat kadınlara ehliyet hakkı için mücadele eden aktivistleri hala içeride tutuyor, serbest bırakmayı denemiyor nedense.
Haksız tutuklamaları, dış saldırılara ve İslam düşmanlarının oyunlarına alet olma gerekçesine bağlıyor, terörle mücadele kılıfına sokup haklı ve meşru göstermeye çabalıyor.
Demokrasi şampiyonu olacaktı, foyası çıktı, zorbalığı uyduruk kılıflara sığdıramadı, makyajı dökülüyor şimdi.
Göstermelik açılımları gümleyince de Kabe’nin damına çıkarak popülist şovlarla günü kurtarmaya, ümmetin hamisi pozlarıyla İslam kahramanlığı taslamaya uğraşıyor.
Kabe imamına zorlama fetva verdiriyor, kutsal toprakların koruyucusu olduğu için saldırıya uğrayan prense itaat farzdır dedirtiyor.
Üçünde de aynı basmakalıp teraneler, üçünde de aynı itibarsızlaştırma klişeleri...
Bir de sanki muhalefet etmeyi fiilen imkansızlaştırmamışlar, suç muamelesi görmüyormuş rejimlerinde, aksine serbestçe kullandırdıkları bir hakmış gibi yapmıyorlar mı! Hainlikle suçlanmadan, kriminalize edilmeden meşru yollarla kendilerine karşı gelmek mümkünmüş, hak arama yolları açıkmış, savaşları sadece teröristlerleymiş gibi ‘vatansever’ muhaliflere saygılı rolleri kesmiyorlar mı!